Brüksel Gezi Rehberi: Gezilecek Yerler, Tavsiyeler ve İşaretli Harita
- Sabuha Öztürk
- 15 May
- 18 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 May
Brüksel, sadece Belçika’nın başkenti değil; aynı zamanda Avrupa’nın da kalbi sayılıyor. Avrupa Birliği kurumlarına ev sahipliği yapmasıyla siyasi anlamda büyük bir öneme sahip olsa da, bu şehir sadece resmiyetle sınırlı değil.
Arnavut kaldırımlı sokakları, tarihi meydanları, çikolatayla dolup taşan vitrinleri ve her köşe başında karşınıza çıkan sürpriz sanatıyla Brüksel, büyüleyici bir mozaik gibi. Gotik mimarisiyle hayran bırakan Grand Place, Art Nouveau’nun dahisi Horta’nın eserleri, müzeleri, parkları, hatta çikolatacıları ve waffle kokulu sokaklarıyla insanı sarıp sarmalayan bu şehir, her zevke hitap eden bir Avrupa rotası.

Bu rehberde, Brüksel’de popüler gezilecek yerlerden gizli kalmış duraklara, pratik seyahat tavsiyelerinden işini kolaylaştıracak haritaya kadar ihtiyacın olan her şeyi bulacaksın. Hazırsan, Avrupa’nın bu zarif başkentini birlikte keşfe çıkalım!
Diğer Brüksel rehberlerimize göz atmayı unutmayın. Ek olarak yazının sonunda Brüksel gezilecek yerler ve yeme-içme ile ilgili bütün yerlerin bulunduğu işaretli haritayı bulabilir ve telefonunuza kaydedebilirsiniz.
Brüksel Gezilecek Yerler Listesi (30 Önemli Konum)
Grand Place (Büyük Meydan)
Hotel de Ville (Brüksel Belediye Binası)
Maison du Roi (Brüksel Şehir Müzesi)
Galeries Royales Saint- Hubert (Kraliyet Galerisi)
Autoworld Müzesi
La Maison des Ducs de Brabant
Everard 't Serclaes
Manneken Pis
Jeanneke Pis
Bourse de Bruxelles
Rue des Bouchers
St. Michael ve St. Gudula Katedrali
Cinquantenaire Parkı
Notre Dame de Sablon
Place Royal (Brüksel Kraliyet Sarayı)
Mont des Art
Carillon Of The Mount Of The Arts
Parc de Bruxelles
Royal Museum of Fine Arts of Belgium (Kraliyet Modern Sanatlar Müzesi)
Musee du Cacao et du Chocolat (Çikolata Müzesi)
Palace of Justice (Hukuk Mahkemeleri)
Parlamentarium
Musee Magritte Museum
Zinneke Pis
Horta Müzesi
Basilica of the Sacred Heart
Comics Art Museum (Belçika Karikatür Müzesi)
Serres Royales de Laeken (Brüksel Kraliyet Seraları)
Marolles Semti
Leopold Parkı
Brüksel gezisi için 3 gün ayırmanız gayet yeterli olacaktır :)
1. Grand Place (Büyük Meydan)

Hani anneannelerimizin; içinde koca koca vitrinlerin, kristal bardakların, antika eşyaların ve sandalyelerin olduğu, kapısı hep kilitli misafir odası olurdu ya. Bu meydan bana aynı o şaşaalı misafir odasını anımsatmıştı :)
Daracık sokaklar sizin yolunuzu bir şekilde bu ihtişamlı meydana çıkarıyor. İyi ki de çıkarıyor! Her defasında ''bu kadar da olamaz ya'' dedirtmişti bana. Her köşe her bina ayrı ayrı süslenmiş, altınlarla bürünmüş bir meydan burası. Bu meydan UNESCO Dünya Mirası alanında ki girmemesine şaşırırdım zaten.
Grand Place’ın çevresini saran o görkemli binalar aslında sadece estetik harikası değil; her biri Brüksel’in geçmişine, lonca geleneğine ve zanaat kültürüne açılan bir pencere. Eskiden her biri bir meslek grubuna ait olan bu lonca binaları, sadece toplantı yerleri değil aynı zamanda güç ve prestijin de birer simgesiydi.

Mesela en dikkat çekenlerden biri Maison des Boulangers, yani Ekmekçilerin Evi. Tepesindeki İspanya Kralı heykeliyle meydanın tam ortasında ihtişamla yükseliyor.

Hemen karşısında Maison des Brasseurs yer alıyor; Belçika’nın meşhur bira kültürünün köklerini taşıyan bu bina bugün Belçika Bira Müzesi’ne ev sahipliği yapıyor.

Denizcilerin binası olan Maison du Cornet, gemi burnunu andıran cephesiyle gerçekten çok ilginç ve eğlenceli bir detay sunuyor. Her binanın üst kısmında o loncayı temsil eden semboller, heykeller, hatta bazen hikayeler saklı.
Grand Place’ta sadece bir meydanda değil, aynı zamanda Brüksel’in ticaretle, sanatla ve zanaatla yoğrulmuş geçmişinde keyifli bir zaman yolculuğuna çıkmış gibi hissediyorsunuz. Her seferinde kafanı kaldırıp yeniden bakasın geliyor.

Her iki yılda bir düzenlenen Flower Carpet (Çiçek Halısı) etkinliği ile tüm meydan rengarenk begonvillerle kaplanıyor; bu da Grand Place’i dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçiler için daha da özel kılıyor. Ayrıca meydan çevresindeki çikolata dükkanları, kafeler ve hediyelik eşya satan butikler de keyifli bir diğer duraklar.

Grand Place sadece mimarisiyle değil, aynı zamanda Brüksel’in sosyal ve kültürel yaşamının da merkezi olarak öne çıkıyor. Noel pazarı zamanı ışık şovları ve müzik eşliğinde ayrı bir atmosfere bürünüyor.
2. Hotel de Ville (Brüksel Belediye Binası)

Brüksel’in kalbindeki Grand Place’ı çevreleyen tüm yapılar etkileyici ama aralarında öyle bir bina var ki, onu gördüğün an aklında yer eder: Hotel de Ville, yani Brüksel Belediye Binası. Gotik mimarinin zarif ihtişamını sergileyen bu bina, 1402 yılında inşa edilmeye başlanmış ve birkaç kez genişletilerek bugünkü görkemli halini almış. Özellikle de o incecik, neredeyse gökyüzünü delen kule... Brüksel silüetinin imza detaylarından biri.
Bina ilk olarak doğu kanadıyla başlamış ve daha sonra batı kanadı eklenmiş. İlginçtir ki bu iki taraf mimari açıdan simetrik değildir; yani bina aslında biraz "yamuk"! Ama bu küçük kusur, ona tuhaf bir karakter ve sevimlilik katıyor.

Ana kule tam 96 metre yüksekliğinde ve tepesinde Aziz Mikail, yani Brüksel’in koruyucu azizi yer alıyor. Elinde mızrakla şeytanı alt eden bu heykel, şehri hem mecazi hem fiziksel olarak yukarıdan izliyor. Gündüz tüm heybetiyle parlayan bu kule, gece ışıklandırıldığında ise masalsı bir atmosfere bürünüyor. Dış cephesi oymalı taş figürlerle süslenmiş: krallar, azizler, soylular… Her biri adeta taşa kazınmış bir tarih dersi gibi. İçeri girdiğinde ise bambaşka bir dünya seni bekliyor.

Hotel de Ville’in içi de en az dışı kadar etkileyici. Gotik salonlar, büyük avizeler, işlemeli ahşap detaylar ve Brüksel’in tarihine dair tablolarla dolu. Özellikle “Gothic Room” adı verilen salon, tavan süslemeleri ve freskleriyle nefes kesici. Bina sadece resmi işler için değil, aynı zamanda sergilere, kültürel etkinliklere ve bazen düğünlere bile ev sahipliği yapıyor! Rehberli turlar sayesinde bu tarihi detayları yakından görebilir, binanın bilinmeyen hikayelerini öğrenebilirsin.
Online bilet için resmi web site burası.
3. Maison du Roi (Brüksel Şehir Müzesi)

Grand Place’ın tam karşısında, görkemli Belediye Binası’nın hemen yanında yer alan Maison du Roi, yani Türkçe adıyla Kral Evi, aslında bir müze ve Brüksel’in tarihine ışık tutan gerçek bir kültür hazinesi. Adı biraz yanıltıcı olabilir; çünkü “Kral Evi” olarak anılsa da, bu bina hiç kralın evi olmamış. Aslında Orta Çağ’da şehir idaresinin merkezi olarak kullanılmış.
Bina, 16. yüzyıldan itibaren birçok kez yenilenmiş ve bugünkü neo-gotik görünümünü 19. yüzyılda kazanmış. Dış cephesi o kadar süslü ve detaylı ki, adeta taşlar üzerinde anlatılan bir tarih kitabını andırıyor. İçeride ise Brüksel’in şehir tarihini, geleneklerini ve kültürel mirasını anlatan zengin koleksiyonlar var.
Online bilet için resmi web site burası.
4. Galeries Royales Saint- Hubert (Kraliyet Galerisi)

Brüksel’deki Grand Place’dan sadece kısa bir yürüyüş mesafesinde, 19. yüzyıldan kalma zarif ve büyüleyici bir pasaj var: Galeries Royales Saint-Hubert. 1847’de açılan bu kapalı alışveriş galerisi, Avrupa’nın en eski ve en şık pasajlarından biri olarak bilinir. Cam çatısı sayesinde içeriye bolca doğal ışık girer ve zarif detaylarla bezeli mimarisiyle kendinizi adeta küçük bir sarayda gibi hissedersiniz.
Burada, Belçika çikolatalarından butik kitapçılara, lüks mağazalardan sevimli kafelere kadar pek çok dükkan ve kafe bulunur. Özellikle Belçika’nın meşhur çikolata markalarının butiklerini gezmek, damağınızı şenlendirmek için harika bir fırsat. Galerinin atmosferi hem tarihi hem modern dokuları bir araya getiriyor; yürürken Brüksel’in zarif ve kozmopolit ruhunu hissedebilirsiniz.
5. Autoworld Müzesi

Eğer otomobillere biraz meraklıysan ya da geçmişten günümüze araçların hikayesini öğrenmek istiyorsan, Brüksel’de mutlaka uğraman gereken yerlerden biri Autoworld Müzesi. Burada sadece klasik arabalar değil, otomobil tarihinin en özel ve nadir parçaları seni bekliyor.
Müze, şehrin Yeşil Kalesi olarak bilinen Parc du Cinquantenaire parkının içinde bulunuyor. İçeri girdiğinde kendini adeta zamanın içinde yolculuk yapıyormuş gibi hissediyorsun; 1800’lerden başlayarak 2000’lere kadar uzanan yüzlerce araç var. Antika arabalar, spor arabalar, hatta bazı çok nadir modeller bile sergileniyor.

Burada sadece araba görmekle kalmıyorsun; o dönemin atmosferini yansıtan sergiler, fotoğraflar ve hikayelerle de dolu. Hangi modelin ne zaman ve nerede yapıldığı, teknolojinin nasıl evrildiği detaylarıyla öğrenmek çok keyifli.
Ailece gidilebilecek, çocukların da bayılacağı bir müze burası. Hem eğlenceli hem de öğretici! Eğer Brüksel’de farklı ve keyifli bir aktivite arıyorsan, Autoworld Müzesi kesinlikle listene eklemen gereken yerlerden.
Araba tutkunlarına küçük bir sır: Müze genellikle çeşitli özel etkinlikler ve klasik araba buluşmaları da düzenliyor. Ziyaret tarihine denk getirirsen, harika bir deneyim yaşayabilirsin :)
Online bilet için resmi web sitesi burası.
6. La Maison des Ducs de Brabant

Brüksel’in kalbinde, Grand Place’ı çevreleyen muhteşem binalardan biri olan La Maison des Ducs de Brabant, adını Brabant Dükleri’nden alıyor ve aslında bir bina grubunu ifade ediyor. Bu yapılar, Barok ve Gotik mimarinin büyüleyici bir karışımını sunarken, cephelerindeki heykeller ve süslemelerle adeta tarih sahnesinden çıkmış gibi görünüyor.

Binalar, 17. yüzyılda inşa edilmiş ve her biri farklı loncalara (esnaf birliklerine) ev sahipliği yapmış. Ancak ilginç olan, cephelerin tek bir bina gibi görünmesine rağmen aslında arka planda birden fazla yapıdan oluşması. Cephenin üst kısmında yer alan Brabant Dükleri heykelleri ise bölgeye adını veren asil aileyi onurlandırıyor.
Grand Place’ın en zarif ve ihtişamlı köşelerinden birini oluşturan bu yapılar, Brüksel’in tarihine ve sanatına dair küçük ama etkileyici detaylarla dolu. Meydanda gezinirken mutlaka gözünü yukarı kaldırıp bu görkemli cepheyi incelemeni öneririm. Hem fotoğraf çekmek için harika bir alan, hem de Brüksel’in zengin tarihine tanıklık eden gerçek bir mimari şaheser.
7. Everard 't Serclaes

Brüksel’in Grand Place’a çok yakın, Charles Buls Sokağı üzerinde gizlenmiş gibi duran bronz bir heykel var: Everard 't Serclaes. Yerel halkın kısaca “Eve” diye andığı bu heykel, yüzlerce yıldır Brüksel’in kalbinde hem tarihsel bir figür hem de bir uğur sembolü olarak yaşıyor.
Everard 't Serclaes, 14. yüzyılda Brüksel’in özgürlüğü için savaşan ve şehri Flandre Kontluğu’ndan kurtaran bir kahramandı. Ölümünden sonra onun anısına yapılan bu bronz heykel, yatay bir şekilde bir duvarın içine yerleştirilmiş. Ama esas ilginç kısmı şu: Heykele dokunmak uğur getiriyor! Özellikle sağ eli, ayağı ve yüzü sürekli okşandığı için parıl parıl parlıyor. Kimileri dilek tutarken dokunuyor, kimileri sadece biraz şans kazanmak için.
Hem yerel halk hem de turistler arasında oldukça popüler olan bu heykeli, Grand Place’dan yürürken gözden kaçırmamak gerek. Küçük bir detay ama Brüksel’in tarihine dair hoş bir anı ve gelenek bırakıyor insana.
8. Manneken Pis

Brüksel denince akla gelen ilk şeylerden biri şüphesiz Manneken Pis adlı küçük bronz heykeldir. Bu minik çocuk heykelinin kökeni 14. yüzyıla kadar uzanıyor. En popüler efsaneye göre, Brüksel kuşatma altındayken küçük bir çocuk düşmanların bıraktığı bombanın fitilini üzerine işeyerek söndürmüş. Halk da bu cesareti unutmayıp ona heykel dikmiş.
Manneken Pis’in aslında birçok farklı kıyafeti var! Evet, doğru duydun; şehir yönetimi tarafından yıl boyunca farklı temalarda kostümler giydiriliyor ve bu kostümler arasında bazen süper kahramanlar, bazen tarihi figürler bile bulunuyor. Bu da heykeli sıradan bir heykelden çok daha eğlenceli ve canlı bir şehir simgesi yapıyor.
Ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken noktalardan biri de orijinal heykelin Maison du Roi (Kral Evi) müzesinde sergileniyor olması. Heykelin aslı koruma altında tutulurken, meydandaki heykel bir kopyası aslında.
9. Jeanneke Pis

Brüksel’in simgesi olan Manneken Pis’in yalnız olmadığını biliyor muydun? Şehrin başka bir köşesinde, dar bir pasajda sakince oturan Jeanneke Pis adında minik bir kız heykeli daha var. 1987 yılında yapılan bu bronz heykel, adeta Manneken Pis’e bir “eşitlik cevabı” gibi konumlandırılmış. Kıvrılmış saçları ve çömelmiş haliyle Jeanneke, duvara yaslanmış bir şekilde aynı "cesur" pozda duruyor :))
Jeanneke Pis’i bulmak biraz dedektiflik gerektiriyor çünkü oldukça gizli bir yerde: Impasse de la Fidelite adlı daracık bir sokakta, ünlü Delirium Cafe’nin tam karşısında. Heykel, bir demir parmaklık arkasında korunuyor ama yine de ziyaretçilerin ilgisinden kaçmıyor. Üstelik Brükselliler arasında bu heykele dilek dileyerek para atmak da bir gelenek haline gelmiş.
10. Bourse de Bruxelles

19. yüzyılın sonlarında inşa edilen bu bina, şehrin ekonomik gücünü ve ihtişamını temsil ediyordu. Günümüzde artık borsa işlemleri burada yürütülmüyor ama bina, mimarisi ve hikayesiyle hala Brüksel’in en ikonik yapılarından biri olmaya devam ediyor.
Neo-klasik ve barok unsurların harmanlandığı dış cephesindeki sütunlar, heykeller ve kabartmalar gerçekten büyüleyici. Hatta binanın önünde oturup bir kahve içmek, yerel halkla birlikte sokak sanatçılarını izlemek Brüksel’in gerçek ritmini hissetmek için birebir. 2023 yılında büyük bir restorasyondan geçerek "La Bourse - Belgian Beer World" adıyla yeniden açıldı ve Belçika birasının tarihini ve kültürünü anlatan interaktif bir müzeye dönüştü.
Online bilet için resmi web sitesi burası.
11. Rue des Bouchers

Brüksel’in kalbinde yürürken daracık bir sokağa denk geliyorsun; vitrinlerde taze deniz ürünleri, restoran önlerinde gelen geçeni içeri çağıran garsonlar, buram buram kızarmış sarımsak ve tereyağı kokusu… İşte orası Rue des Bouchers, yani Kasaplar Sokağı! Eskiden adını gerçekten burada çalışan kasaplardan almış ama şimdilerde Brüksel’in en iştah açan sokaklarından biri haline gelmiş.
Bu sokak adeta bir açık hava restoran cenneti. Bir yanda Belçika usulü midyeler, diğer yanda çikolatalar, waffle’lar… Özellikle Chez Leon gibi köklü restoranlar, geleneksel Belçika mutfağını denemek için şahane birer durak. Hele bir de yemek sonrası Jeanneke Pis heykelini görmek istersen, sokak sonunda seni bekliyor. Şehrin ruhunu biraz daha eğlenceli ve tatlı bir şekilde yansıtan bir detay bu.
Evet, biraz turistik ve kalabalık olabilir ama burada yürürken Brüksel’in canlılığını, iştahını ve renkli sokak hayatını iliklerine kadar hissediyorsun. Hele bir de hava güzelse, sokakta kurulmuş masalarda oturup insanları izlemek, Brüksel’in tadını çıkarmanın en keyifli yollarından biri.
12. St. Michael ve St. Gudula Katedrali

Brüksel’in tam ortasında, yemyeşil bir tepenin üzerine kurulmuş heybetli bir yapı var: St. Michael ve St. Gudula Katedrali. Gotik mimarisiyle uzaktan bile kendini belli eden bu muazzam yapı, şehre yıllardır sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda bir tarih bekçisi gibi eşlik ediyor. Dışıyla hayran bırakan katedralin içine adım attığında ise o huzurlu sessizlik seni bir anda sarıyor. Renkli vitray pencerelerden süzülen ışıklar, taş sütunların yarattığı ihtişamlı atmosfer… Kelimenin tam anlamıyla büyüleyici.

Bu katedralin adı, Belçika’nın koruyucu azizlerinden olan St. Michael (Aziz Mikail) ve St. Gudula’dan geliyor. Özellikle St. Gudula’ya ait hikayeler, Brüksel halkı arasında kuşaktan kuşağa aktarılmış. Katedral aynı zamanda Belçika Kraliyet Ailesi’nin düğünleri ve resmi törenlerine de ev sahipliği yapıyor. Yani sadece dini değil, ulusal önemi de büyük.
13. Cinquantenaire Parkı

Bu park şehrin koşuşturmacasından uzaklaşıp derin bir nefes almak için birebir. Özellikle güzel havalarda yerlisiyle turistiyle herkes buraya akın ediyor – kimisi yoga yapıyor, kimisi kitap okuyor, çocuklar çimlerde koşturuyor, köpekler havlayarak mutluluğu paylaşıyor. Kısacası Brüksel’in kalp atışlarını burada biraz daha yavaş ve huzurlu bir tempoda hissediyorsun.
Parkın tam ortasında yükselen o görkemli zafer takı ise göz alıcı: Arc de Triomphe. 1880’lerde, Belçika’nın bağımsızlığının 50. yılı şerefine inşa edilen bu anıt, Paris’teki benzerine selam duruyor ama kendi tarzını da konuşturuyor. Yukarı çıkma şansın olursa, Brüksel’in çatılarının üzerinden uzanan nefis bir manzara seni bekliyor.
14. Notre Dame de Sablon

Brüksel’in en şık ve zarif mahallelerinden biri olan Sablon’da, göz alıcı vitrayları ve ince gotik detaylarıyla dikkat çeken bir kilise var: Notre-Dame du Sablon. Dışarıdan bakınca bile insanın içine bir huzur doluyor, içeri adım attığında ise tarih adeta seni sarıp sarmalıyor. Bu kilise 15. yüzyıldan kalma ve zamanında zengin loncaların katkısıyla yapılmış – yani hem dini hem de toplumsal açıdan Brüksel’in kalbinde yeri olan bir yapı.

İçeride en dikkat çekici şeylerden biri, güneş ışığıyla adeta renk oyunları yapan o harika vitraylar. Sanki bir sanat galerisinde gibisin. Ayrıca içerdeki heykeller ve detaylı işlemeler de oldukça etkileyici. Kilise, küçük ama anlamı büyük – sessizliğiyle, dingin atmosferiyle insanın içini serinleten türden.
15. Place Royal (Brüksel Kraliyet Sarayı)

Brüksel’in en şık ve tarih kokan bölgelerinden biri olan Place Royale, adeta bir açık hava tarih dersi gibi. Düzgün çizilmiş yolları, klasik cepheli binaları ve ortadaki heykeliyle tam bir 18. yüzyıl Avrupa meydanı havası var. Burada yürürken kendini bir kraliyet filmindeymiş gibi hissediyorsun – her şey o kadar düzenli, o kadar asil ki! Meydanın tam kenarında ise Brüksel’in kalbini temsil eden o etkileyici yapı yükseliyor: Brüksel Kraliyet Sarayı.
Bugün Belçika Kralı bu sarayda yaşamıyor (resmi konutu Laeken’de), ama Kraliyet Sarayı, yaz aylarında halka açılıyor ve içerideki salonlar, mobilyalar, sanat eserleri tam bir göz ziyafeti sunuyor. İhtişamı abartmadan şıklıkla yansıtması bu sarayı özel kılıyor. Hele ki tavanı böcek kabuklarından yapılmış o ilginç odada gezinmek unutulmaz bir deneyim.
16. Mont des Art

Brüksel’in belki de en “fotojenik” köşesi neresidir diye sorsalar, hiç düşünmeden Mont des Arts derim. Burası hem gerçek anlamda şehrin yükseldiği bir nokta hem de sanatta, kültürde ve manzarada zirve yaptığı yerlerden biri. Renk renk çiçeklerle düzenlenmiş bahçesi, arkada yükselen Kraliyet Sarayı ve uzakta görünen Brüksel silüetiyle tam bir kartpostal manzarası sunuyor. Özellikle gün batımında, hafif turuncuya çalan gökyüzüyle birlikte bu görüntü daha da romantik bir hal alıyor.
Mont des Arts, sadece bir seyir noktası değil; aynı zamanda sanatın kalbi. Hemen yanı başında Brüksel Güzel Sanatlar Müzesi, Magritte Müzesi, Belvue Müzesi ve Kraliyet Kütüphanesi gibi önemli kurumlar yer alıyor. Yani hem gözün, hem ruhun doyuyor. Bahçedeki banklarda biraz oturup sokak müzisyenlerini dinlemek, ardından bir müzeye dalıp Brüksel’in kültürel dünyasına geçiş yapmak harika bir deneyim.
17. Carillon Of The Mount Of The Arts

Brüksel’in tam kalbinde, Sanat Tepesi’nde yürürken kulağınıza hafif bir çan sesi gelirse, durun. Çünkü o an, şehrin en tatlı sürprizlerinden biriyle karşı karşıyasınız: Carillon du Mont des Arts.
Burası öyle sıradan bir saat değil. 12 küçük bronz figürle süslenmiş, her biri Belçika’nın geçmişinden bir karakteri temsil ediyor: sanatçılar, askerler, çiftçiler… Her saat başı bu figürler birer birer hareket ediyor, çanlar çalıyor ve bir melodi başlıyor. Düşünsene, hem görsel hem işitsel bir mini gösteri gibi.
Saatin tepesinde bir adam var, şapkasını takmış, çekiçle çanlara vurarak zamanı haber veriyor. Bir yandan şehre bakıyorsun, bir yandan o melodik tınılar… Şehrin göbeğinde, ama sanki başka bir zamandasın.
En güzeli de şu: Bu gösteriyi görmek için bilet, rezervasyon falan yok. Yoldan geçerken bir anda kulağına geliyor :)
18. Parc de Bruxelles

Brüksel’in tam göbeğinde, Kraliyet Sarayı ile Parlamento Binası arasında uzanan kocaman bir yeşil alan var: Parc de Bruxelles. Burası şehir sakinlerinin buluşma noktası, piknik cenneti ve biraz kafa dinlemek isteyenlerin favorisi. Öyle çok kalabalık ya da aşırı turistik değil; tam da yerel halkın günlük hayatının bir parçası gibi. Banklarda oturup insanların geçişini izlemek, etraftaki heykelleri ve küçük göletleri görmek buraya ayrı bir huzur katıyor.
Özellikle bahar ve yaz aylarında rengarenk çiçekler, kuş cıvıltıları ve ağaçların gölgesinde yürüyüş yapmak için harika bir yer. Çocuklar koşuşturuyor, bisikletliler etrafta dolaşıyor, sanatçıların sergileri, küçük konserler ve etkinlikler de sık sık burada düzenleniyor.
19. Royal Museum of Fine Arts of Belgium (Kraliyet Modern Sanatlar Müzesi)

Brüksel’de sanat severler için mutlaka uğranması gereken yerlerden biri de Kraliyet Modern Sanatlar Müzesi. Burası, Belçika ve uluslararası modern sanatın en güzel örneklerini bir arada görebileceğin, ilham verici bir mekan. Eski ve yeni sanat akımlarının buluştuğu bu müzede, Rodin’den Magritte’ye, Ensor’dan Delvaux’ya kadar pek çok ünlü sanatçının eserlerini yakından inceleyebilirsin.

Müzenin modern ve ferah tasarımı, sanatın enerjisini hissetmeyi kolaylaştırıyor. Her galeride farklı bir dönem, farklı bir hikaye anlatılıyor. Özellikle sürrealizm severler için Magritte koleksiyonu tam bir cennet! Ayrıca geçici sergilerle her ziyaretinde yeni sürprizlerle karşılaşmak mümkün.

Eğer Brüksel’de sanatın büyülü dünyasına adım atmak istersen, bu müze sana unutulmaz bir deneyim sunacak. Günübirlik kültür molası için harika bir adres.
Online bilet için resmi web sitesi burası.
20. Musee du Cacao et du Chocolat (Çikolata Müzesi)

Eğer Brüksel sokaklarını gezerken burnunuza buram buram çikolata kokuları geliyorsa, büyük ihtimalle Choco-Story Brussels'a çok yakınsınız demektir. Grand Place’a birkaç adım mesafede yer alan bu müze, Belçika çikolatasının ne kadar özel ve köklü bir geçmişe sahip olduğunu eğlenceli ve lezzetli bir şekilde anlatıyor. Müzenin içi adeta bir çikolata zaman tüneli gibi: Azteklerden başlayan kakao hikayesi, Avrupalı kraliyet sofralarına, oradan da bugün elimizden düşmeyen praline’lere kadar uzanıyor.
En güzel kısmı mı? Tabii ki tadımlar! Evet, müzede gezerken farklı çikolataların tadına bakabiliyorsunuz. Üstelik canlı çikolata yapım gösterileri de var; ustaların ellerinden çıkan nefis praline’leri izlemek hem iştah açıcı hem de oldukça etkileyici. Müze çıkışında ise hediyelik dükkan sizi bekliyor, ama uyarayım: O dükkana tok girmekte fayda var :)
Online bilet için resmi web sitesi burası.
21. Palace of Justice (Hukuk Mahkemeleri)

Brüksel’de ilk gördüğümde ağzımı açık bırakan yapılardan biri kesinlikle Palace of Justice oldu. Gerçekten abartmıyorum, bu bina öyle büyük ki ilk başta “Bu saray mı, kale mi, yoksa bir şehir mi?” diye düşünmeden edemiyorsunuz! 19. yüzyılda inşa edilen bu devasa adalet sarayı, sadece Brüksel’in değil, Avrupa’nın da en büyük adli binalarından biri.
1866’da Belçika’nın bağımsızlığını yeni kazandığı dönemde, gücünü dünyaya göstermek amacıyla inşa edilmeye başlanmış. Mimar Joseph Poelaert tarafından tasarlanan bina, o kadar büyükmüş ki, yapımı 20 yıl sürmüş ve Poelaert tamamlanmadan vefat etmiş. 1883’te açılan yapı, hala Avrupa’nın en büyük adliye binası unvanını taşıyor.
İnşaat sırasında çevredeki halk evlerinden tahliye edilince büyük tepkiler doğmuş ve halk arasında Poelaert'e duyulan öfke “Poelaert laneti” esprilerine dönüşmüş. II. Dünya Savaşı’nda Almanlar geri çekilirken kubbeyi ateşe vermiş, sonrasında onarılmış ama binanın bazı bölümleri hâlâ restorasyon altında. Brükselliler için bu görüntü artık neredeyse “normal” sayılıyor!

Binanın bir bölümü hala aktif olarak adliye binası olarak kullanılıyor. Bazı bölümler kamuya açık olsa da, serbestçe gezmek mümkün değil. Güvenlik nedeniyle girişler kontrollü ve çoğu zaman sadece resmi işleri olan kişiler içeri alınıyor. Ancak bazı dönemlerde (özellikle Heritage Days gibi kültürel etkinliklerde) halka açık özel turlar düzenleniyor.
Eğer sadece dışarıdan görmekle yetinmek istemiyorsan, Brüksel’e gitmeden önce bu tür özel günleri kontrol etmeni öneririm. Ayrıca binanın önündeki Poelaert Meydanı, şehrin en güzel manzaralarından birine sahip; şehir ayaklarının altında gibi hissediyorsun.
22. Parlamentarium

Parlamentarium, Brüksel’de Avrupa Parlamentosu’nun ziyaretçi merkezi ve kesinlikle gitmeye değer bir yer. Burası, Avrupa Birliği’nin nasıl çalıştığını, parlamentonun neler yaptığını çok eğlenceli ve anlaşılır şekilde anlatıyor.

İçeri girdiğinizde interaktif ekranlar, dokunarak öğrenebileceğiniz pek çok bilgi ve farklı dillerde sesli rehberler sizi karşılıyor. Avrupa’nın bir arada nasıl karar aldığını, vatandaşların haklarını ve Avrupa tarihini keşfetmek için harika bir deneyim. Üstelik ücretsiz ve herkes için açık, yani ister öğrenci olun, ister sadece meraklı bir gezgin, burası sizi sıkmadan bilgiyle dolu dolu bir geziye çıkarıyor. Avrupa’nın kalbinde, politikaya biraz daha yakından bakmak isterseniz Parlamentarium tam size göre.
23. Musee Magritte Museum

Müze, Brüksel’in en güzel noktalarından biri olan Place Royale (Koningsplein) meydanında yer alıyor. Girişte sizi klasik bir Avrupa mimarisi karşılıyor ama içine girdiğinizde bambaşka bir evren.
Burada 200’den fazla Rene Magritte eseri var. Sadece tablolar değil; sanatçının fotoğrafları, çizimleri, hatta kısa filmleri bile sergileniyor. Ünlü “Işık İmparatorluğu” (L’Empire des Lumières) gibi eserleri yakından görmek gerçekten büyüleyici bir deneyim. Her tablo sizi biraz düşündürüyor, biraz gülümsetiyor. “Bu adam ne anlatmak istemiş?” diye kendinize sormaktan alamıyorsunuz.

Eğer Brüksel’de biraz daha zamanınız varsa, sanatçının 1930-1954 arasında yaşadığı ve bugün müze olarak kullanılan Rene Magritte Evine de uğrayabilirsiniz. Burada daha kişisel eşyaları ve ev hayatına dair detaylar sizi bekliyor.
24. Zinneke Pis

Brüksel zaten Manneken Pis ile meşhur. Hatta onun kız kardeşi gibi düşünebileceğimiz Jeanneke Pis de var (yukarıda bahsetmiştim). Ama Zinneke Pis bambaşka. Çünkü o bir sokak köpeği. Ve tam da Brüksel’in sanatla mizahı karıştıran havasını yansıtan bir detay.
Heykel 1999 yılında sanatçı Tom Frantzen tarafından yapılmış. Köpeğin adı da ilginç: “Zinneke” kelimesi Brüksel lehçesinde melez köpek anlamına geliyor. Ama bu sadece dört ayaklı dostlarımızı anlatmakla kalmıyor; aynı zamanda Brüksel’in çokkültürlü yapısına da gönderme yapıyor.
Zinneke Pis, Brüksel’in merkezinde, Rue des Chartreux ile Rue du Vieux Marche aux Grains sokaklarının köşesinde yer alıyor. Grand Place ya da Bourse Meydanı’ndan yürüyerek 10 dakikada ulaşabilirsiniz. Tam bir "yoldan geçerken denk gelinecek" yer.
25. Horta Müzesi

Brüksel denince akla ilk olarak çikolata, bira ya da işeyen çocuk heykeli gelebilir ama mimarlığa biraz merakınız varsa, rotanıza mutlaka Horta Müzesini de ekleyin. Çünkü burası, sadece bir müze değil — adeta estetiğin doruk noktasına ulaştığı bir Art Nouveau cenneti.

Victor Horta, 20. yüzyılın başlarında yaşamış ve Art Nouveau akımının öncüsü olmuş bir Belçikalı mimar. Hani şu çiçekli, kıvrımlı, detaylarla dolu zarif tasarımlar var ya, işte onların arkasındaki dahi. Bu müze aslında Horta’nın kendi evi ve ofisiydi. Bugünse içeri girer girmez sizi büyüleyen, detaylara hayran bırakan bir sanat eserine dönüşmüş durumda.
Her köşede bir kıvrım, her duvarda başka bir desen… Demir korkuluklar bile adeta çiçek gibi işlenmiş. “Bu kadar ince detayla nasıl yaşanırmış acaba?” diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Müzenin içinde fotoğraf çekmek ne yazık ki yasak. Ama inanın, oradan ayrıldığınızda birçok sahne zihninizde kazınmış olacak. Merdiven boşlukları, cam süslemeleri, minik mozaik detaylar… O kadar etkileyici ki, dışarı çıktığınızda normal binalara biraz burun kıvırmaya başlayabilirsiniz :)
26. Basilica of the Sacred Heart

Brüksel’i gezmeye başladığınızda herkesin dilinde Grand Place, Atomium, Manneken Pis olur. Ama ben size şehrin biraz dışında kalan, hem göz kamaştıran hem de fazlasıyla sessiz sakin kalmış bir harikadan bahsedeceğim: Sacred Heart Bazilikası.
İtiraf edeyim, buraya ilk gittiğimde neyle karşılaşacağımı pek bilmiyordum. Ama daha Koekelberg Tepesi’ne yaklaşırken kocaman bir yapı gökyüzüne doğru yükselmeye başladı. “Bu da neyin nesi?” dedim kendi kendime. Meğer bu bazilika, dünyanın en büyüklerinden biriymiş! Ve şehre tepeden bakan bu yeşil kubbeli devin içine girince, insan ister istemez büyüleniyor.

Bazilika tam bir Art Deco başyapıtı. Yani klasik gotik katedrallerden çok farklı bir havası var. Dışı kırmızı tuğlalı, içi sade ama zarif detaylarla dolu. Hem dini bir yapı hem de sanki sanat galerisi gibi. İçeri girdiğinizde kubbenin yüksekliği ve vitray pencereler size şöyle güzelinden bir “vay be” dedirtiyor.
Benim için bazilikanın en güzel kısmı, tepesine çıkılan seyir terasıydı. Ufak bir asansörle yukarı çıkıyorsunuz (ya da formunuza güveniyorsanız merdivenle) ve bir anda şehrin ayaklarınızın altında uzandığını görüyorsunuz. Hava güzelse Atomium’dan şehir merkezine kadar her şeyi görebiliyorsunuz.
Burada rüzgar biraz eser ama manzara her şeye değer. Yanınıza küçük bir termos kahve bile alabilirsiniz – kimse karışmıyor :)
Bazilika ziyareti ücretsiz ama seyir terasına çıkış için küçük bir ücret alınıyor.
27. Comics Art Museum (Belçika Karikatür Müzesi)

Brüksel’e gelip de karikatür ve çizgi roman sevmemek mümkün mü? Hele ki burası, Tintin’in, Şirinler’in ve daha nice efsane karakterin memleketi! İşte tam bu yüzden, şehirde mutlaka uğramanız gereken bir yer var: Belçika Karikatür Müzesi.
Müze, sadece çizgi romanların sergilendiği bir yer değil; aynı zamanda içine adım attığınız anda kendinizi masalsı bir dünyada hissetmenizi sağlayan harika bir mekan. Üstelik binası da ayrı bir güzel. Ünlü mimar Victor Horta’nın tasarladığı bu Art Nouveau yapısı, sanat ve tarih sevenlerin kalbini fethediyor.

İçeri adım attığınızda, Tintin’den Lucky Luke’a, Şirinler’den Gaston Lagaffe’ye kadar sevdiğiniz tüm karakterler bir anda karşınıza çıkıyor. Burası, çizgi romanın tarihini, gelişimini ve Belçika’nın bu alandaki efsanevi isimlerini anlatan renkli bir sergi alanı gibi.
Çocuklarla geliyorsanız kesin bayılacaklar. Hem eğleniyorlar hem öğreniyorlar. Yetişkinler de burada nostaljik bir yolculuğa çıkıyor, kendi çocukluk kahramanlarıyla yeniden buluşuyor.
28. Serres Royales de Laeken (Brüksel Kraliyet Seraları)

Bu seralar aslında kocaman, camdan yapılmış devasa bir botanik cenneti diyebiliriz. Ama en güzeli şu ki, yılın sadece bahar aylarında, nisan ortası-mayıs başı civarında kapılarını halka açıyor. Yani biraz özel, biraz da gizli bir bahçe gibi.

Seraya girince, sanki bambaşka bir dünyaya adım atıyorsun. Kocaman cam kubbeler, içi tropikal bitkiler, rengarenk çiçekler ve palmiye ağaçları ile dolu. Özellikle kış bahçesi kısmı var ki, inanılmaz! Orada yürürken kendini tropik bir adadaymış gibi hissediyorsun. Burası Kral II. Leopold’un bitkilere olan sevgisinin eseriymiş. Adam ne sevmişse seraya toplamış; hem egzotik hem nadir bitkilerle dolu.
İşin en heyecan verici kısmı, seralar yılın sadece 3 haftası kadar açık oluyor. O yüzden eğer o tarihlerde Brüksel’deysen, mutlaka uğra! Yoksa yıl boyunca cam kubbelerin arkasından bakmakla yetinirsin.
Online bilet için resmi web sitesi burası.
29. Marolles Semti (Marollen)

Marolles, Brüksel’in en can alıcı, en özgün mahallelerinden biri. Burası öyle pırıl pırıl, yapay bir yer değil; tam tersine, biraz asi, biraz bohem, tam da “burada hayat var” dedirten cinsten.
Sokaklara adım attığınız anda, sizi canlı renkler, grafitiler ve tarih kokan binalar karşılıyor. Marolles’in kalbi, meşhur Place du Jeu de Balle pazarında atıyor. Her sabah burası adeta bir hazine avına dönüşüyor; antika eşyalar, eski kitaplar, vintage kıyafetler... Kimbilir, belki de buradan eve harika bir ikinci el parça kaparsınız :)
30. Leopold Parkı

Bazen şehirde koşuşturmadan, kalabalıktan uzaklaşıp sadece doğayla baş başa kalmak istersin ya… İşte Brüksel’de böyle sakin bir yer arıyorsan, Leopold Parkı tam da aradığın o küçük cennet.
Park, Avrupa Parlamentosu’nun hemen yanında, yani şehir merkezine çok yakın ama bir o kadar da huzurlu. İçeri girer girmez kendini şehirden ayrı, sessiz bir dünyada buluyorsun. Geniş yeşil alanlar, kuş sesleri ve sakin yürüyüş yolları ile tam kafa dinlemelik.
Özellikle yazın piknik yapmak, kitap okumak ya da sadece banklarda oturup insanları izlemek için harika bir yer. Çocuklar için oyun alanları da var, yani ailenle geliyorsan kesinlikle keyif alırsın.
Leopold Parkı’nda yürürken küçücük göletlere ve kuğulara rastlamak mümkün. Fotoğraf çekmek, doğayla iç içe sakin anlar yakalamak isteyenler için biçilmiş kaftan.

Brüksel, ilk bakışta sakin gibi görünse de keşfettikçe şaşırtan, detaylarda gizli bir büyü barındıran şehirlerden biri. Tarihi dokusuyla, sanatıyla, sokak lezzetleriyle ve Avrupa’nın merkezinde olmanın verdiği o kozmopolit ruhla, ziyaretçilerine her seferinde farklı bir yüzünü gösteriyor.
İster Grand Place’de tarih kokan bir yürüyüş yap, ister butik müzelerde kaybol, istersen bir parka oturup sıcak bir waffle eşliğinde şehri izle… Brüksel’de her anın tadı başka. Umarım bu rehber, seyahat planlarını kolaylaştırır ve sana ilham verir. Şimdi valizini hazırla ve bu zarif Avrupa başkentinin seni nasıl karşılayacağını kendi gözlerinle gör! Bon voyage!
Brüksel İşaretli Gezilecek Yerler ve Yeme İçme Önerileri Haritası, Telefonunuza Kaydedin!
Haritaya ulaşmak için buraya tıklayın.
Comments