Şanlıurfa Gezi Rehberi: Gezilecek Yerler, Tavsiyeler ve İşaretli Harita
- Sabuha Öztürk
- 23 Tem
- 12 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 1 Ağu
Şanlıurfa, sadece bir şehir değil; adeta insanlık tarihinin başladığı topraklar. “Peygamberler Şehri” olarak bilinen Urfa, binlerce yıllık geçmişiyle her adımda başka bir efsane, başka bir medeniyetle karşılaşacağınız bir yer. Dünyanın bilinen en eski tapınağı olan Göbeklitepe’ye ev sahipliği yapması bile başlı başına bir mucize. Hz. İbrahim’den Eyyub’a, Asurlulardan Osmanlılara kadar pek çok uygarlık burada iz bırakmış. Hem tarih kokan sokaklarıyla hem de sıcacık insanları, baharatlı yemekleri ve mistik havasıyla sizi içine çeken bir şehir Şanlıurfa. Bu Şanlıurfa gezilecek yerler rehberinde; nereleri gezmeli, nelere dikkat etmeli gibi sorularınıza yanıtlar bulacak ve gezilecek yerlerin haritasını kolaylıkla telefonunuza indireceksiniz. Hazırsanız, geçmişin derin izlerini bugünde yaşamaya başlayalım!

Şanlıurfa için dolu dolu 2 gün ayırmanızı öneririz. Eğer civardaki yerleri de gezeyim diyorsanız 2 gün yeterli olacaktır.
Şanlıurfa Gezilecek Yerler Listesi (16 Önemli Konum)
Göbeklitepe
Balıklıgöl
Halil-ür Rahman Camii
Aynzeliha Gölü
Mevlid-i Halil Camii
Hz. Eyyüb Peygamber Sabır Makamı ve Camii
Urfa Kalesi
Şanlıurfa Arkeoloji & Mozaik Müzesi
Haleplibahçe Mozaik Müzesi
Tarihi Çarşılar & Hanlar
Harran Evleri & Harran Antik Kenti
Tek Tek Dağları Milli Parkı
Germuş Kilisesi
Deyr Yakup Manastırı (Nemrut'un Tahtı)
Selahaddin Eyyubi Camii
Bonus: Halfeti & Birecik
1. Göbeklitepe

Dünyanın en eski tapınağına hazır mısın? Şanlıurfa şehir merkezine yaklaşık 20 km uzaklıktaki Göbeklitepe, arkeoloji dünyasının adeta başını döndüren bir keşif. Burası M.Ö. 9600'lere tarihleniyor, yani Mısır piramitlerinden ve Stonehenge’den bile binlerce yıl daha yaşlı! Üstelik burayı inşa eden insanlar henüz ne yazıyı, ne çanak çömleği, ne de tarımı biliyorlardı. 6 metreye varan T biçimli taş sütunlara oyulmuş hayvan figürleri; yılanlar, tilkiler, akbabalar... Hepsi de dönemin inanç sistemine ve sosyal yapısına dair ipuçları taşıyor. Uzun yıllar boyunca sadece avcı-toplayıcı topluluklar olarak bildiğimiz insanların, böylesine büyük ve simgesel bir yapıyı inşa etmesi tüm bildiklerimizi altüst etti anlayacağınız.

Ziyaretçi merkezinde interaktif sunumlarla bu eşsiz geçmişe yolculuk yapabilir, kazı alanını yürüyüş yolları üzerinden gezebilirsin. Sessizce durup o taşların binlerce yıl öncesinden sana bir şeyler anlatmaya çalıştığını hissetmen an meselesi. Göbeklitepe sadece bir arkeolojik alan değil, aynı zamanda insanlık tarihine yepyeni bir başlangıç noktası.
Ziyaret Saatleri: 08.30 - 19.00
Giriş Ücreti: Giriş ücreti 450 TL fakat MüzeKart sahiplerine giriş ücretsiz.
2. Balıklıgöl

Balıklıgöl, Şanlıurfa denince akla ilk gelen yerlerden biri. Burası sadece bir göl değil; içinde derin bir inanç, köklü bir efsane ve büyüleyici bir atmosfer barındırıyor. Rivayete göre, Hz. İbrahim, dönemin kralı Nemrut’un putperestliğine karşı gelince, Nemrut onu cezalandırmak için bugünkü kalenin bulunduğu yerden ateşe attırıyor. Tam o anda mucize gerçekleşiyor: Allah’ın emriyle ateş suya, odunlar ise balıklara dönüşüyor. İşte bu nedenle Balıklıgöl’deki sazan balıkları kutsal kabul ediliyor ve kimse dokunmuyor. Hatta halk arasında bu balıklara zarar verenin başına kötü şeyler geleceğine inanılıyor.
3. Halil-ür Rahman Camii

Gölün hemen yanında yer alan Halil-ür Rahman Camii, Osmanlı döneminden kalma zarif ve huzurlu bir yapı. İçeride ibadet edenlerle dışarıda fotoğraf çeken turistler yan yana, gölün mistik havasını birlikte soluyor. Göl kenarında yürürken, taş kemerli köprüler, tarihi çay bahçeleri ve sakince süzülen balıklar eşliğinde zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsun bile.
4. Aynzeliha Gölü

Biraz ilerideki Aynzeliha Gölü de ayrı bir hikayeye sahip. Kral Nemrut’un kızı Zeliha, Hz. İbrahim’e inanıp babasına karşı çıkınca, o da kendini ateşe atıyor. Onun gözyaşlarından Aynzeliha Gölü oluşmuş denir. Bu göl, Balıklıgöl kadar büyük olmasa da hikayesiyle yürek burkar, insanı düşündürür.
Balıklıgöl ve Aynzeliha çevresi öyle güzel düzenlenmiş ki... Camiler, medreseler, yemyeşil alanlar, şadırvanlar, Arap mimarisiyle bezenmiş taş yapılar derken kendini adeta bir zaman tünelindeymiş gibi hissediyorsun. Hele sabahın erken saatlerinde ya da gün batımına yakın göl kıyısında yürümek, insana tarifsiz bir huzur veriyor. Bir yanda dualar yükseliyor, bir yanda suya yansıyan gün ışığı... Her şey öyle büyüleyici ki, burada sadece bir efsaneyi değil, yüzyıllardır süregelen bir ruhu da hissediyorsun.
Kısacası Balıklıgöl sadece bir turistik durak değil; inançla, tarihle ve duyguyla örülmüş bir yer. Göle karşı oturup balıkları izlerken, insan sanki başka bir zamana aitmiş gibi hissediyor. Urfa’ya gelip de bu efsanevi atmosferi yaşamadan dönmek olmaz.
5. Mevlid-i Halil Camii

Mevlid-i Halil Camii, Şanlıurfa’nın en özel noktalarından birinde, Balıklıgöl’ün hemen yanı başında yer alıyor. “Mevlid” kelimesi zaten "kutlu doğum" anlamına geliyor; çünkü burası, rivayete göre Hz. İbrahim’in doğduğu mağaranın hemen yanına inşa edilmiş. Burası öyle sıradan bir ibadethane değil, adeta zamanın katmanlarını içinde barındıran bir mekan.
İlk başta bir pagan tapınağı olarak kullanılmış, ardından havraya çevrilmiş, daha sonra Hristiyanlık döneminde Aziz İoannis (Vaftizci Yahya) adına bir kiliseye dönüşmüş. Bizans zamanında ise Urfa Ayasofyası olarak hizmet vermiş. Son olarak, 1523 yılında Osmanlı Sadrazamı Muhammed Salih Paşa tarafından bugünkü cami formunu kazanmış. Yani her taşı, her köşesi ayrı bir dönemin izini taşıyor. Caminin mimarisi de bu tarihsel geçişleri adeta hissettiriyor. Dikdörtgen bir avlusu var; minaresi mağaranın yanındaki duvara zarifçe entegre edilmiş. Sonradan eklenen iki köşe minaresi de bu yapının zaman içinde nasıl büyüyüp geliştiğini gösteriyor. Yıllar boyunca birçok onarım görmüş; Mehmed Mes’ud ve Mahmut dönemlerinde, ardından Ahmet Bican Paşa ve Derviş Musa zamanında eklemeler yapılmış. 1950’li yıllarda ise Şeyh Müslüm Hafız önderliğinde halkın desteğiyle yeniden düzenlenmiş ve bugünkü halini almış.

Camiyi özel kılan bir diğer detay ise hemen yanındaki Hz. İbrahim Mağarası. Rivayete göre Hz. İbrahim, Nemrut’un emrinden kaçarken bu mağarada dünyaya gelmiş ve ilk yedi yılını burada geçirmiş. Mağaradan çıkan suya da ayrı bir önem atfediliyor; zemzemden sonra en şifalı su olduğuna inanılıyor. Ziyaretçiler buraya gelip dua ediyor, su içiyor ya da yanlarında götürüyor. Caminin iç kısmında ise Osmanlı estetiğini ve dergah kültürünü yansıtan detaylar var; avlunun çevresindeki küçük hücreler, zarif minareler, sadelikle bütünleşen hat sanatı ve çini süslemeler ziyaretçiye hem manevi hem tarihi bir yolculuk sunuyor.
Şanlıurfa’ya yolun düşerse, Balıklıgöl etrafında dolaşırken Mevlid-i Halil Camii’ne mutlaka uğramanı öneririm. İster mağarada bir dua et, ister avluda bir süre sessizce otur, istersen sadece o kadim suyun tadına bak… Burası, Şanlıurfa’nın "peygamberler şehri" unvanını fazlasıyla hissettiren yerlerden biri.
6. Hz. Eyyüb Sabır Makamı ve Camii

Hz. Eyyüb Sabır Makamı ve Camii, Şanlıurfa’nın en anlamlı ve huzurlu köşelerinden biri. Eyyübiye ilçesinde yer alan bu kutsal mekan, adeta sabrın ve tevekkülün sembolü. Rivayete göre Hz. Eyyüp burada yıllarca ağır bir hastalıkla imtihan olmuş; hem malını mülkünü hem de evlatlarını kaybetmiş ama yine de inancını hiç yitirmemiş. Çile dolu günlerinde bir mağarada yaşamış ve sonunda Allah’ın emriyle ayağını yere vurmuş, işte o anda yerden bir su kaynağı fışkırmış. Bu suyla yıkanınca hastalıklarından kurtulmuş, sabrının mükafatını almış. Bugün o suyun çıktığı kuyu hala orada duruyor; ziyaretçiler buraya gelip dua ediyor, kuyudan su içiyor ya da yanlarında götürüyor.
Burası sadece bir cami değil; çile mağarası, sabır taşı, şifalı kuyusu ve revaklı avlusuyla küçük bir külliye gibi. Hatta Bizans döneminde burası bir hastane ve hamam olarak da kullanılmış; bu şifalı su o zamanlardan beri biliniyor. İslam komutanı İmadeddin Zengi bile romatizmasına burada şifa bulmuş. Günümüzde cami ve çevresi defalarca restore edilmiş; son olarak 2024 yılında bakımdan geçirilmiş ve daha da güzelleştirilmiş. Avlusunda yürüyüp dua etmek, çile mağarasına girip sessizce durmak, sabır taşına sırtını yaslayıp bir nefes almak insanı gerçekten bambaşka bir ruh haline sokuyor. Kuyudan bir tas su içmek ya da o sudan sevdiklerine götürmek de buranın geleneklerinden biri. Hz. Eyyüp’ün hikayesini yerinde hissetmek, sabır ve şifa arayışına manevi bir dokunuş yapmak istiyorsan, bu makam Şanlıurfa’da mutlaka uğraman gereken duraklardan biri.
7. Urfa Kalesi

Urfa Kalesi, Şanlıurfa'nın kalbi diyebileceğimiz bir noktada, Balıklıgöl'ün hemen yukarısında, şehre tepeden bakan etkileyici bir konumda yer alıyor. İlk bakışta görkemli sütunlarıyla dikkat çeken kale, aslında binlerce yıllık bir tarihin sessiz tanığı. Arkeolojik araştırmalara göre bu bölge, milattan önce 9. yüzyıla kadar uzanan bir yerleşim geçmişine sahip. Kalenin bugünkü hali ise daha çok Roma, Bizans, Eyyubiler ve Osmanlı dönemlerinden izler taşıyor. Girişinde yan yana duran iki devasa sütun, belki de en çok fotoğraflanan kısımlarından biri. Rivayete göre bu sütunlar, Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı mancınığın bir parçasıymış. Yani bu kalenin, sadece askeri değil, efsanelerle dolu bir manevi geçmişi de var.
Kaleye doğru yürürken dar merdivenli patikalar, taş duvarlar ve yemyeşil yamaçlar eşlik ediyor insana. Tepesine çıktığında ise manzara adeta büyülüyor; hem Balıklıgöl’ü hem de Urfa’nın eski şehir dokusunu kuşbakışı görebiliyorsun. Sabah serinliğinde ya da gün batımında buraya çıkmak, hem nefes açan bir yürüyüş hem de ruhu dinlendiren bir deneyim oluyor. Kalenin içinde çok fazla yapı kalmamış olsa da, taşların arasında dolaşırken geçmişin ayak seslerini duyuyor gibi oluyorsun. Sessizliği, rüzgarın uğultusu ve uzaktan gelen ezan sesleriyle birleşince ortaya çok özel bir atmosfer çıkıyor.
8. Şanlıurfa Arkeoloji & Mozaik Müzesi

Şanlıurfa Arkeoloji ve Mozaik Müzesi, gerçekten de insanı büyüleyen, içine girince zamanın nasıl geçtiğini unutturan yerlerden biri. Şehir merkezinde, Balıklıgöl’e oldukça yakın konumda yer alıyor ve dışarıdan bakınca bile ne kadar büyük ve etkileyici bir yapı olduğunu hemen fark ediyorsun. İçeri adım attığında ise seni binlerce yıllık bir zaman yolculuğu bekliyor. Müzede Paleolitik Çağ’dan başlayarak Tunç, Demir ve Roma dönemlerine kadar uzanan inanılmaz bir koleksiyon var. İlk karşılaşacağın parçalardan biri olan “Urfa Adamı” heykeli, dünyanın bilinen en eski insan heykeli olarak tarihe geçmiş ve onu görmek bile tek başına büyüleyici bir deneyim.

Müzenin dört ana salonunda Göbeklitepe’den, Nevali Çori’den ve Harran’dan çıkarılan taş oymalar, figürinler, steller ve günlük yaşama dair objeler sergileniyor; her biri ayrı bir hikaye anlatıyor adeta. Bunun yanında interaktif alanlar da oldukça keyifli; çocuklar için arkeolojik kazı simülasyonları, canlandırmalar, dokunulabilir sergiler gibi detaylarla müze hem öğretici hem de eğlenceli bir hale gelmiş.

Mozaik bölümü ise en az arkeoloji kısmı kadar etkileyici. Roma dönemine ait villalardan kalan mozaikler orijinal yerlerinde sergileniyor. Özellikle Amazon kadınları mozaiği gerçekten nefes kesici; detayları, renkleri ve işçiliği insanı hayran bırakıyor. Bir de müzenin göz bebeği Orpheus mozaiği var ki, Amerika’dan yıllar sonra Türkiye’ye geri getirilmiş ve şu an burada sergileniyor. Böyle kıymetli parçaların ait olduğu yerde olması insana ayrı bir gurur veriyor. Müzeden çıkmadan önce arkasındaki kafede oturup biraz soluklanabilir, hediyelik eşya dükkanında küçük hatıralar da alabilirsin. Kısacası burası sadece bir müze değil; Urfa'nın, Mezopotamya’nın ve insanlık tarihinin derin izlerini hissedebileceğin, geçmişle bağ kurabileceğin çok özel bir yer. Eğer yolun Şanlıurfa’ya düşerse, bu müzeye mutlaka zaman ayır derim; hem gözün hem ruhun doyar.
Ziyaret Saatleri: 08.30 - 18.00
Giriş Ücreti: MüzeKart sahiplerine giriş ücretsiz.
9. Haleplibahçe Mozaik Müzesi

Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi'nin hemen yanında olan Mozaik Müzesi, Şanlıurfa’da beni en çok etkileyen yerlerden biri oldu diyebilirim. İçeri adım attığın anda kendini bir zaman tünelinin içinde hissediyorsun. 2015’te açılmış ve devasa kubbesiyle gerçekten görkemli bir yapı. En güzeli de mozaikler, çıkarıldıkları yerden başka bir yere taşınmadan, yani orijinal yerlerinde sergileniyor. Bu da müzeye bambaşka bir atmosfer katıyor.

Müzenin en özel bölümü “Amazonlar Villası” diye anılan kısım. Burada, M.S. 5–6. yüzyıla tarihlenen muazzam mozaikler var. Amazon kadın savaşçılar—Hippolyte, Melanippe, Penthesileia—okları, mızraklarıyla tasvir edilmiş. Hem mitolojik temasıyla hem de 4 mm²’lik taşlarla yapılan ince işçiliğiyle insanı hayran bırakıyor. Dünyada bu kadar iyi korunmuş Amazon temalı bir mozaik başka yerde yok zaten. Müzenin bir başka yıldızı da Orpheus Mozaiği. Frig ozanı Orpheus’un elinde lir, etrafında aslanlar, kuşlar, ayılar... Bu mozaik yıllar önce yurtdışına kaçırılmış ama sonra büyük bir çabayla geri getirilmiş ve şu anda hak ettiği yerde, Urfa’da sergileniyor. Onu görmek gerçekten gurur verici.
Ayrıca Ktisis Mozaiği, Akilleus’un hayatını anlatan sahneler, mitolojik figürler, zebra tasvirleri gibi birçok detayla karşılaşıyorsun ve her biri sana ayrı bir hikaye fısıldıyor. Mozaiklerin üstünde yürüyormuş hissi veren cam platformlar sayesinde eserleri yakından incelemek de mümkün oluyor. Müzenin içinde kafeterya, hediyelik eşya bölümü, asansör, sesli rehber gibi modern imkanlar da düşünülmüş. Hem kültürel hem görsel anlamda fazlasıyla tatmin edici bir deneyim sunuyor. Mitolojiye ilgin olsun olmasın, burası seni içine çekiyor. Eğer Şanlıurfa’ya yolun düşerse, bu müzeyi mutlaka gez derim; çünkü burası sadece taşların değil, geçmişin seslerinin de konuştuğu bir yer.
Ziyaret Saatleri: 08.30 - 18.00
Giriş Ücreti: MüzeKart sahiplerine giriş ücretsiz.
10. Tarihi Çarşılar & Hanlar
Şanlıurfa, sadece kutsal mekanlarıyla değil, tarih kokan çarşıları ve hanlarıyla da ziyaretçisini adeta geçmişe götürüyor. Eğer otantik bir Şanlıurfa deneyimi yaşamak istersen, mutlaka bu çarşıları gezmelisin. İşte sana önerilerim:
Gümrük Hanı

Şanlıurfa’nın en güzel hanlarından biri. 1563 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaptırılmış. Avlulu yapısı, taş işçiliği ve o tarihi atmosferiyle insanı başka bir zamana götürüyor. Bugün avlusunda çay içebilir, yöresel hediyelikler bulabilir ya da bir kenara çekilip gölge altında biraz soluklanabilirsin. Fotoğraf çekmek için de harika bir nokta.
Sipahi Pazarı (Sipahi Çarşısı)

Yüzyıllardır deri, keçe ve yün ürünlerinin satıldığı bu çarşı, el emeği ürünlerin en güzel örneklerini bulabileceğin yerlerden biri. Geleneksel Urfa poşusu, el dokuması kilimler ve eski usul zanaatkarlar burada hala işinin başında.
Bakırcılar Çarşısı

Burası Şanlıurfa'nın en sesli ve en canlı çarşılarından biri. Çekiç sesleri sokakları doldurur. Bakırcılar, hala el işçiliğiyle tava, cezve, sini yapar. Hediyelik bir şeyler almak istersen burada hem gözün hem gönlün şenlenir.
Küçük bir tavsiye: Bu çarşılarda dolaşırken mutlaka bir dükkanda oturup menengiç kahvesi iç, belki bir bakırcıyla sohbet et ya da el yapımı bir Urfa bıçağı incele. Hem hediyelik alışverişi hem de yerel kültürle iç içe bir deneyim arıyorsan, Şanlıurfa’nın çarşıları tam yeri!
11. Harran Evleri & Harran Antik Kenti

Harran, Şanlıurfa’nın en sıra dışı ve etkileyici duraklarından biri. Özellikle o meşhur konik kubbeli evleriyle bir fotoğraf karesine girince, insan sanki Orta Çağ'dan fırlamış bir tabloya bakıyormuş gibi hissediyor. Harran Evleri, bölgedeki kavurucu sıcaklara karşı doğal bir klima gibi çalışan, kerpiç ve taş karışımı malzemelerle yapılan ve yüzyıllardır ayakta kalmayı başaran yapılar. İçeri girdiğinizde serinliğini hemen hissedersiniz; dışarısı 40 dereceyken bile içerisi serin kalır. Bu evlerin birçoğu günümüzde ziyarete açık; bazıları müze gibi düzenlenmiş, bazıları ise hala aileler tarafından kullanılıyor. İçlerinde yöresel kıyafetler giyip fotoğraf çektirebileceğiniz alanlar da mevcut, oldukça keyifli bir deneyim oluyor.

Harran Antik Kenti ise işin bir diğer büyüleyici tarafı. Burası, tarihin en eski yerleşim yerlerinden biri olarak kabul ediliyor. Adı Sümer tabletlerinde bile geçen Harran, Mezopotamya’dan Anadolu’ya uzanan kadim yolların kesiştiği bir bilim, inanç ve ticaret merkezi olmuş yüzyıllar boyunca. Özellikle İslam döneminde büyük bir üniversiteye ev sahipliği yapmış—ki bu, dünyanın en eski üniversitelerinden biri sayılıyor. Yıkıntılar arasında dolaşırken göreceğiniz devasa sur kalıntıları, şehir kapıları, Ulu Camii’nin minaresi ve kazı alanındaki sütunlar, bu topraklarda bir zamanlar nasıl görkemli bir hayat olduğunu anlatıyor adeta. Biraz yürüyünce Zerdüştlüğe, Sabiiliğe ve İslam’a dair izler taşıyan çok katmanlı bir inanç geçmişiyle de karşılaşıyorsunuz.
Gün batımına doğru, antik kentin tepesinden ovaya bakmak bambaşka bir keyif. Sessizlik, uzaklardan gelen ezan sesi, taşlara sinmiş tarih ve yumuşak ışıklar arasında, Harran insanın ruhuna dokunuyor. Kısacası burası hem tarihle hem doğayla hem de kültürle iç içe bir deneyim sunuyor. Eğer Şanlıurfa’ya yolunuz düşerse, Harran’ı es geçmek olmaz. Hem evleriyle hem de geçmişiyle sizi bambaşka bir dünyaya taşıyacak.
12. Tek Tek Dağları Milli Parkı

Tek Tek Dağları Milli Parkı, Şanlıurfa’nın kalabalığından biraz uzaklaşıp doğayla baş başa kalmak isteyenler için adeta gizli bir cennet gibi. Harran ile Viranşehir arasında, kıraç bozkırların arasında uzayıp giden bu dağlık alan, hem doğaseverlerin hem de tarih meraklılarının kalbini çalacak türden. 2007 yılında milli park ilan edilen bu geniş coğrafyada sadece yürüyüş yapmıyorsun; aynı zamanda tarihin izlerini de takip ediyorsun.

Soğmatar Harabeleri, Şuayip Şehri ve Senem Mağarası gibi antik kalıntılar, sanki bir açık hava müzesinde geziyormuşsun gibi hissettiriyor. Üstelik doğa da cömert burada; kekik kokuları eşliğinde yürürken menengiç ağaçları, endemik bitkiler ve rengarenk çiçekler sana eşlik ediyor. Biraz dikkatli bakarsan karşına bir ceylan, vaşak ya da tilki bile çıkabilir. Hatta kuş sesleri arasında yılan kartalı ya da çöl toygarı görmek bile mümkün. Parkın içindeki Rüstüm Dere Vadisi ve piknik alanları da ayrı bir keyif sunuyor; serin gölgelerde oturup termosla gelen çayı yudumlamak gibisi yok. Güneş batarken kanyonların üzerini kızıllık sarıyor, o anlarda insan gerçekten zamanın yavaşladığını hissediyor. Tek Tek Dağları, doğayla buluşmak ve geçmişin izlerini sürmek isteyen herkes için mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri.
13. Germuş Kilisesi

Germuş Kilisesi, şehir merkezine yaklaşık 10 kilometre uzaklıkta, Germuş Köyü'nde bulunuyor. 19. yüzyılın sonlarında bölgede yaşayan Ermeniler tarafından yapılmış. Dış cephesi taş işçiliğiyle öne çıkan bu yapı, bir dönem sadece ibadet için değil; köy yaşamının tam ortasında bir buluşma noktası gibi de kullanılmış. Ne yazık ki bugün artık ayakta kalma mücadelesi veriyor, bazı yerleri yıkılmış ama hala ziyaretçilerini geçmişe götüren bir atmosferi var.
14. Deyr Yakup Manastırı (Nemrut'un Tahtı)

Deyr Yakup Kilisesi ise Şanlıurfa’nın biraz daha kuzeydoğusunda, Yakubiye Köyü yakınlarında yer alıyor. Halk arasında 'Nemrut'un Tahtı' olarak anılan bu yapı, rivayete göre Hz. İbrahim ile Nemrut'un mücadelesine tanıklık etmiş. Ayrıca Nemrut'un yazlık sarayı olduğu ve ömrünün bir kısmını burada geçirdiği söylentileri de mevcut. Hem Hristiyanlık için hem de Ermeniler için zamanında önemli bir bölge olduğundan bahsediliyor.
Manastır 2. ve 3. yüzyıllara tarihleniyor. Merkezinde bir anıt mezar var, kuzeybatı köşesinde ise kitabeli bir mezar görünmekte. Kitabe'de 2 satırlık cümle ile yapan kişiye atıf yapılmış. Ama üstünde durulması gerekir ki burası çok ihmal edilmiş, yolu çok sapa ve taşlık. Ve tahribat izleri çok fazla. Umarım yakın zamanda önlemler alınır bir restorasyon sürecine girer ve bu tarihi yer gerçek önemine kavuşur.
15. Selahaddin Eyyubi Camii

Şanlıurfa’daki Selahaddin Eyyubi Camii, şehrin tarih kokan yapılarından biri. Balıklıgöl’ün hemen yakınında yer alan bu cami, aslında geçmişte bir kiliseymiş. 457 yılında, dönemin Urfa Piskoposu Nona tarafından "Aziz Yahya Kilisesi" olarak inşa edilmiş. Bu kilise zamanla farklı dönemler atlatmış, şehrin el değiştirmesiyle kaderi de değişmiş. Nihayetinde Selahaddin Eyyubi’nin ismini alarak camiye dönüştürülmüş. Bugünkü haline ise 1993 yılında yapılan düzenlemelerle kavuşmuş.
Caminin mimarisi, bu dönüşümün izlerini hala taşıyor. Özellikle dikkatli bakınca eski bir Bizans yapısından kalan taş işçiliği, sütun başlıkları ve kemer detayları hemen fark ediliyor. Hatta pencerelerin kenarlarında ejderha figürleri gibi bazı kabartmalar bile göze çarpıyor. Bu da camiye ayrı bir tarihi derinlik katıyor. İç mekanı oldukça sade ve huzurlu; süslemeler çok abartılı değil, daha çok mistik bir sadelik hakim.
Cami, bugün hem ibadet hem de ziyaret amaçlı kullanılan bir yer. Balıklıgöl çevresinde yürürken birkaç dakikalık bir mola verip bu tarihi yapının içine girmek, geçmişin izlerini hissetmek için harika bir fırsat. Şanlıurfa’da, farklı kültürlerin bir arada yaşadığı dönemlerin sessiz tanığı olan Selahaddin Eyyubi Camii, şehrin ruhunu anlamak isteyenler için mutlaka görülmesi gereken duraklardan biri.
16. Bonus: Halfeti & Birecik

Halfeti ve Birecik, Şanlıurfa’nın Fırat Nehri kıyısında yer alan iki özel durağı. Ama ikisi de birbirinden farklı tatlar sunar ziyaretçisine. Halfeti, sular altında kalan eski köyüyle adeta zamanın durduğu bir yer gibi. Birebir gördüğünde bu manzara hem büyüleyici hem de biraz hüzünlü. Çünkü Birecik Barajı’nın yapılmasıyla Eski Halfeti’nin büyük bir kısmı sular altında kalmış; cami minareleri, taş evler hala suyun içinden yükseliyor. Günümüzde teknelerle bu batık yapılar arasında gezmek mümkün. Hele bir de sabah erken saatlerde ya da gün batımına yakın bir zamanda tekneye biniyorsan, ortamın büyüsü bir kat daha artıyor. Sessiz, sakin ve huzurlu. Aynı zamanda burada “karagül” yetişiyor – evet, o efsane siyah güller gerçekten var ve sadece Halfeti’de! Bu gizemli çiçek de bölgeye romantik bir hava katıyor.

Birecik ise daha hareketli ama tarih ve doğa açısından bir o kadar etkileyici. En çok da nesli tükenme tehlikesi altında olan kelaynak kuşlarıyla biliniyor. Fırat’ın kenarında yer alan Kelaynak Üretme İstasyonu, hem doğa meraklıları hem de çocuklu aileler için harika bir durak. Özellikle bahar aylarında bu kuşları yakından gözlemlemek oldukça keyifli. Birecik aynı zamanda bir kale şehri. Fırat Nehri’ne hakim konumda yer alan Birecik Kalesi, taş yapısıyla hala ayakta ve geçmişin izlerini taşımaya devam ediyor. Kentte dolaşırken Osmanlı döneminden kalma hanlar, tarihi yapılar ve dar sokaklar da karşınıza çıkıyor; yani burada hem doğa hem de tarih iç içe geçmiş durumda.
Birecik’te Fırat Nehri üzerinde yapılan tekne turları, hem doğayla baş başa kalmak hem de tarihle iç içe bir yolculuk yapmak isteyenler için harika bir deneyim sunuyor. Tur boyunca sular altında kalan eski yapıları, batık cami minarelerini ve taş evleri izlerken hem huzur doluyor insan hem de biraz hüzünleniyor. Bazı rotalar Halfeti ve Rumkale’ye kadar uzanıyor; manzara gerçekten etkileyici. Ortalama 2-3 saat süren bu turlar ister grup halinde ekonomik olarak, ister özel teknelerle daha sakin şekilde yapılabiliyor. Gün batımında nehirde süzülmek ise tam anlamıyla unutulmaz bir anı bırakıyor. Şanlıurfa’ya gitmişken bu keyifli deneyimi atlamamak gerek.
Yorumlar