Madrid Gezi Rehberi: Gezilecek Yerler, Tavsiyeler ve İşaretli Harita
- Sabuha Öztürk
- 17 May
- 21 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 May
Madrid’e hoş geldin! İspanya’nın kalbinde, biraz enerjik, biraz tarihi ve kesinlikle büyüleyici bir şehir burası. Ama ne yalan söyleyeyim, Madrid’e gelirken pek bir beklentim yoktu. Hatta Barselona ile mukayese edilmez diye düşünüyordum. Barselona da bir ayrı tabii ama Madrid bambaşka. Madrid, sadece ülkenin başkenti değil; aynı zamanda zengin tarihi, sanat dolu müzeleri, hareketli meydanları ve sıcakkanlı insanlarıyla İspanyol kültürünün adeta yaşayan bir vitrini. Ortaçağdan kalma saraylar, altın çağın sanat eserleri ve modern dokunuşlarla harmanlanmış bu şehir, her köşesinde ayrı bir hikaye saklıyor. İster Plaza Mayor’un tarihi taşları arasında dolaş, ister Retiro Parkı’nın huzurlu göl kenarında biraz nefes al, ister enerjik Gran Via’da alışverişe dal…

Madrid’in tam ortasında, İber Yarımadası’nın kalbinde yer alan bu şehir, ziyaretçilerine hem geçmişin görkemini hem de günümüzün canlılığını sunuyor. Madridliler, sıcakkanlı ve misafirperver olmalarıyla ünlü; şehirde kaybolurken birinin sana yardımcı olmaması neredeyse imkansız! Bu Madrid gezilecek yerler rehberinde, Madrid’in en önemli duraklarını keşfederken, şehirle ilgili pratik ipuçları ve haritalar da bulacaksın. Hazırsan, Madrid’in büyüsüne birlikte kapılalım!
Madrid gezisi için 3-4 gün ayırmanız keyifli bir seyahat geçirmeniz için yeterli olacaktır.
Madrid Gezilecek Yerler Listesi (30 Önemli Konum)
1. Plaza Mayor
2. Madrid Kraliyet Sarayı
3. Almudena Katedrali
4. Puerta del Sol
5. San Miguel Pazarı
6. Gran Via
7. Casa de Cervantes
8. Malasana
9. Monumento al Barrendero Madrileno
10. Museo del Romanticismo
11. Atocha Tren İstasyonu
12. Debod Tapınağı
13. Plaza de Cibeles
14. Retiro Parkı
15. Palacio de Cristal
16. Barrio de la Latina
17. Museo del Prado
18. Puerta de Alcala
19. Real Jardin Botanico
20. Cuesta de Moyano
21. Centro de Arte Reina Sofia
22. Museo Thyssen-Bornemisza
23. Estadio Santiago Bernabeu
24. Plaza de Toros de Las Ventas
25. Museo Sorolla
26. Teatro Real
27. Cerralbo Müzesi
28. CaixaForum Madrid
29. Madrid Sokak Tabelaları
30. Madrid Dükkanları Plakaları
1. Plaza Mayor

Madrid’in kalbinde yer alan Plaza Mayor, şehrin en ikonik ve tarih dolu meydanlarından biri. İlk olarak 1617’de inşa edilmeye başlanmış ve 1619’da tamamlanmış bu etkileyici meydan, zamanla sadece mimarisiyle değil, tarihiyle de büyüleyen bir yere dönüşmüş. Dört bir yanı 3 katlı simetrik binalarla çevrili olan Plaza Mayor, tam bir açık hava sahnesi gibi. Özellikle 237 balkonu ve kemerli geçitleriyle adeta bir tabloyu andırıyor.
Meydanın tam ortasında, at üstünde duran III. Felipe heykeli yer alıyor; çünkü meydan, onun döneminde bugünkü formunu almış. Zamanında burası sadece gezinti alanı değil, aynı zamanda boğa güreşlerinden tiyatrolara, kraliyet törenlerinden Engizisyon mahkemelerine kadar pek çok etkinliğe sahne olmuş.

1790’daki büyük yangından sonra yeniden inşa edilen meydan, günümüzde ise Madrid’e gelen turistlerin uğrak noktası. En dikkat çekici binalardan biri, cephesi fresklerle süslenmiş olan ve bir zamanlar fırıncı loncasına ev sahipliği yapan Casa de la Panaderia.
Bugünse bu meydanda dolaşırken açık hava kafelerinde oturabilir, çevresindeki restoranlarda tapas yiyebilir ya da sadece atmosferin tadını çıkarabilirsin. Özellikle Noel zamanı kurulan geleneksel pazar ise tam bir masal havası yaratıyor. Sabah erken saatlerde gidip kalabalık olmadan dolaşmak ya da hemen yakındaki Mercado de San Miguel’de bir şeyler atıştırmak seyahatinize keyif katacak. Plaza Mayor, Madrid’in geçmişini, sanatını ve günlük yaşamını tek karede sunan eşsiz bir yer. Gittiğinizde mutlaka zaman ayırmalısın.
2. Madrid Kraliyet Sarayı (Palacio Real)

Madrid’in en görkemli yapılarından biri olan Kraliyet Sarayı (Palacio Real), şehre gelen herkesin mutlaka görmesi gereken yerlerden biri. Şu an İspanyol kraliyet ailesi burada yaşamasa da, hala resmi törenler için kullanılan oldukça ihtişamlı bir saray. Eski sarayın 1734 yılında çıkan büyük bir yangınla tamamen yanmasının ardından, bu yeni saray Kral V. Felipe tarafından yaptırılmış. 1738’de inşasına başlanmış ve tam anlamıyla bitmesi on yıllar sürmüş.

Barok ve neoklasik tarzda inşa edilen bu dev yapı, Avrupa’daki en büyük kraliyet saraylarından biri — tam 135.000 metrekarelik bir alana yayılıyor ve içinde 3.000’den fazla oda bulunuyor. Dışarıdan bakınca bile etkileyici ama içine girince bambaşka bir dünya açılıyor. Muhteşem avizeler, altın varaklı mobilyalar, zarif tavan freskleri ve kraliyet ailesine ait özel koleksiyonlar gerçekten hayranlık uyandırıyor. Silah Koleksiyonu, Kraliyet Eczanesi ve Kraliyet Şapeli gibi bölümler mutlaka görülmeli.

Sarayın hemen önündeki Plaza de la Armeria meydanı da fotoğraf çekmek için çok güzel bir yer. Ayrıca zamanlaman denk gelirse, nöbet değişimi törenini izlemek de ayrı bir keyif. İçeride rehberli turlar da mevcut, ama sadece avluda dolaşmak bile sarayın görkemi karşısında etkilenmeye yetiyor. Madrid’in tarihini ve ihtişamını en iyi şekilde hissettiren bu yapı, şehrin tam anlamıyla kalbi gibi. Sessizce gezip her odada zamanın durduğunu hissetmek çok özel bir deneyim.
Ziyaret saatleri ve online bilet için resmi web sitesi burası.
3. Almudena Katedrali

Almudena Katedrali, Kraliyet Sarayı’nın tam karşısında yer alıyor ve şehrin en etkileyici yapılarından biri. Dışarıdan bakıldığında biraz klasik, biraz da modern bir havası var; çünkü aslında inşası oldukça geç başlamış, tam 110 yıl sürmüş.
Temeli 1883’te atılmış ama katedral, ancak 1993’te Papa II. Jean Paul tarafından kutsanarak resmi açılışını yapabilmiş. Bu kadar uzun sürmesinin nedeni, zaman içinde değişen mimari akımlar ve İspanya’nın geçirdiği çalkantılı dönemler. İşte bu yüzden katedralin tarzında neoklasik, neogotik ve neoromanesk izler bir arada görülüyor.

İç mekanı oldukça aydınlık ve ferah; özellikle yüksek tavanlar, modern vitraylar ve rengarenk tavan süslemeleri insanı şaşırtıyor. Diğer Avrupa katedrallerine kıyasla çok daha “yeni” hissettirse de, bu da ona ayrı bir karakter katıyor. Katedralin içinde ayrıca bir kript (yeraltı mezarlığı) ve küçük bir müze de bulunuyor. Dilersen asansörle veya merdivenle katedralin kubbesine çıkıp, Madrid’in çatılarına tepeden bakabilirsin — gerçekten harika bir manzara var.
Kraliyet düğünleri gibi özel törenlerin de yapıldığı bu yer, şehirdeki hem dini hem de kültürel hayatın önemli merkezlerinden biri. Sessizce oturup atmosferi hissetmek bile insana huzur veriyor. Madrid’de dolaşırken Kraliyet Sarayı’nı ziyaret edeceksen, hemen karşısındaki bu etkileyici katedrale de mutlaka birkaç saatinizi ayırmalısınız.
4. Puerta del Sol

Meydanın adı, eskiden burada doğuya bakan bir şehir kapısı bulunmasından geliyor; sabah güneşi buradan doğduğu için “Güneş Kapısı” (Puerta del Sol) denmiş. Bugün ise bu alan, hem yerlilerin hem de turistlerin buluşma, kutlama ve hatta protesto noktası. Özellikle yılbaşı gecesi, İspanyolların televizyon karşısına geçip burada bulunan Real Casa de Correos saat kulesinden gelen 12 çanı dinlemesi ve her çanla birlikte 1 üzüm yemesi gelenek haline gelmiş.

Burası sadece bir meydan değil, aynı zamanda ülkenin kilometre sıfır noktası — yani İspanya’daki tüm ana yolların başlangıç noktası burada! Bu yüzden yerdeki “Kilometro Cero” taşını görmek neredeyse bir gelenek. Meydanda göreceğin en sembolik şeylerden biri de ayı ile çilek ağacını betimleyen El Oso y el Madrono heykeli — Madrid’in simgesi.
Etrafı mağazalar, kafeler, restoranlar ve sokak sanatçılarıyla dolu, yani burada her an bir hareket var. Sabah erkenden gelip sessizliğini yaşamak da güzel, akşamüstü kalabalığın arasına karışmak da ayrı keyifli. Madrid’e gelip de Puerta del Sol’da vakit geçirmemek neredeyse imkansız; burası şehrin ruhunu en iyi hissettiren yerlerden biri.
5. San Miguel Pazarı

Madrid’de gezip dolaşırken karnın acıktığında ya da “yerel lezzetleri en iyi nerede tadarım?” diye düşündüğünde gideceğin ilk yer kesinlikle San Miguel Pazarı olmalı. Plaza Mayor’un hemen yanında, yürüyerek sadece bir dakikalık mesafede yer alan bu tarihi pazar, hem göze hem damağa hitap ediyor.

1916 yılında açılmış ve o zamandan bu yana şehrin en sevilen gastronomi noktalarından biri haline gelmiş. Dış cephesi zarif demir yapısıyla dikkat çekiyor; içeri adım attığında ise seni tapas’tan deniz ürünlerine, jambondan taze meyve suyuna kadar envai çeşit tat bekliyor. Burada bir masa bulup uzun uzun oturmak zorunda değilsin; minik tabaklarda sunulan lezzetlerden alıp ayakta atıştırmak da kültürün bir parçası. Taze istiridye, paella, kroketler, Manchego peyniri ya da bir kadeh Rioja şarabı — ne denersen dene, pişman olmuyorsun. Hem geleneksel İspanyol mutfağını deneyimlemek hem de modern dokunuşlarla hazırlanmış yaratıcı atıştırmalıkları keşfetmek için birebir.

Günün her saati canlı, neşeli bir atmosferi var. Yerli halk da turistler de burada bir arada; sanki koca bir mutfağın içine girmiş gibisin. San Miguel Pazarı, Madrid’in damak tadını hissetmek ve biraz keyifli vakit geçirmek isteyen herkes için kaçırılmaması gereken bir durak.
6. Gran Via

Madrid’in en canlı, en ışıltılı ve belki de en “şehirli” yüzünü görmek istiyorsan, mutlaka Gran Via boyunca bir yürüyüş yapmalısın. Burası şehrin adeta ana arterlerinden biri; sabah ayrı güzel, gece ayrı hareketli. 20. yüzyılın başlarında, Madrid’i modern bir metropole dönüştürme hayaliyle inşa edilmiş ve 1910’da temelleri atılmış. O dönemin mimari anlayışıyla şekillenen binalar hala büyüleyici — özellikle Gran Via’nın başındaki Metropolis Binası, üzerindeki zarif kubbe ve altın detaylarla tam bir fotoğraf yıldızı.

Bugün bu cadde alışveriş, eğlence ve kültürün buluştuğu yer. Zara’dan yüksek modaya, sinemalardan Broadway tarzı müzikallere kadar her şey burada. Özellikle Callao Meydanı civarı, adeta Madrid’in Times Square’i gibi ışıl ışıl ve kalabalık. Cadde boyunca yürürken hem yerel mağazalara göz atabilir, hem de bir kafede oturup gelen geçeni izleyebilirsin. Akşam olunca binaların ışıkları, sinema afişleri ve kalabalığın uğultusu birleşip çok özel bir atmosfer yaratıyor. Madrid’e gelip de Gran Via’da şöyle bir dolanmadan, belki bir tapas molası vermeden dönmek olmaz. Çünkü burası sadece bir cadde değil, şehrin ritmini hissetmenin en keyifli yollarından biri.
7. Casa de Cervantes

Madrid sokaklarını arşınlarken edebiyatla iç içe bir durak arıyorsan, Casa de Cervantes tam sana göre. Burası, Don Kişot’un efsanevi yazarı Miguel de Cervantes’in bir dönem yaşadığı ve 1616 yılında hayata gözlerini yumduğu ev. Müze olarak kullanılmasa da, bu sokakta yürümek evin dışını bile izlemek bir ayrı keyifli.
Casa de Cervantes’in hemen yanında ise Convento de las Trinitarias Descalzas Manastırı yer alıyor. Buranın önemi, Cervantes’in mezarına ev sahipliği yapmasından geliyor.
8. Malasana

Madrid’in en enerjik ve genç ruhlu semtlerinden biri olan Malasana, tam anlamıyla şehrin alternatif ve yaratıcı yüzünü yansıtıyor. Burası, özellikle 1980’lerde İspanya’da patlayan “Movida Madrilena” adlı kültürel ve sanatsal hareketin kalbi olmuş; yani rock müzikten sokak sanatına, vintage butikler ve bohem kafelerden renkli gece hayatına kadar her şeyi bulabileceğin bir yer. Dar, taş döşeli sokakları, grafitilerle dolu duvarları ve samimi küçük barlarıyla Malasana, Madrid’de “cool” mekanlar arayanların mutlaka uğraması gereken adreslerden biri. Burada yürürken her köşede farklı bir hikaye, farklı bir enerji yakalıyorsun.
Akşamları barlar ve pub’lar dolup taşıyor, canlı müzikle sokaklar canlanıyor. Ayrıca bolca ikinci el mağaza ve el yapımı tasarımcı dükkanı var; alışveriş sevenler için gerçek bir cennet. Kahve içmek için küçük, samimi kafelerde oturmak ya da yeni bir sanat galerisini keşfetmek istiyorsan Malasana tam doğru yer. Turistik yerlerden biraz uzaklaşıp Madrid’in gerçek gündelik yaşamına karışmak isteyenlere kesinlikle tavsiye ederim. Renkli, yaratıcı ve özgür ruhlu Malasana, şehre ayrı bir heyecan katıyor.
9. Monumento al Barrendero Madrileno

Madrid sokaklarını keşfederken karşına çıkan anıtlardan biri seni şaşırtabilir; çünkü bu anıt ne bir kralı, ne bir savaş kahramanını ne de ünlü bir sanatçıyı temsil ediyor. Monumento al Barrendero Madrileno, yani “Madridli Çöpçü Anıtı”, şehrin temizlik işçilerine bir saygı duruşu niteliğinde.
1984 yılında Felix Hernando Garcia tarafından yapılan bu bronz heykel, sokakları süpüren sade bir adamı betimliyor — elinde süpürgesiyle günlük işinin başında, sessiz ama güçlü bir duruşla. Malasana semtinde, Plaza de Jacinto Benavente çevresinde yer alan bu heykel, aslında çok şey anlatıyor: Madrid’in pırıl pırıl sokaklarında yürüyebilmemizi sağlayan, çoğu zaman fark edilmeyen emekçilere adanmış. Hem gerçek bir kişiden esinlenilmiş hem de simgesel bir anlam taşıyor. Bu küçük ama anlamlı heykel, Madrid’in sadece tarihi zenginliğiyle değil, insanına verdiği değerle de ne kadar özel bir şehir olduğunu hatırlatıyor. Şehrin kalbinde, en sessiz kahramanlara verilen bu mütevazı saygı, gerçekten görülmeye değer.
10. Museo del Romanticismo

Madrid’de tarihi ve sanatla iç içe bir yer arıyorsanız, Museo del Romanticismo tam size göre! Şehrin Justicia semtinde, şirin bir neoklasik sarayda bulunan bu müze, 19. yüzyıl İspanyol romantizminin ruhunu yaşatıyor. 1920’lerde kurulmuş ve o zamandan beri hem sanat eserleri hem de dönemin ev yaşamını yansıtan mobilyalar, müzik aletleri gibi pek çok şeyle dolu. İçeride Goya’dan Sorolla’ya kadar ünlü ressamların tablolarını görmek mümkün.

Ziyaret saatleri genelde rahat, hafta içi ve hafta sonu aralıkları var; ayrıca uygun fiyatlı ya da ücretsiz giriş seçenekleri de bulunuyor. Tribunal veya Alonso Martínez metro duraklarına yakınlığı sayesinde kolayca ulaşabilirsiniz. 2025’te müze 100. yılını kutluyor, bu yüzden gidip hem tarihi hissedin hem de keyifli bir kültür molası verin derim.
11. Atocha Tren İstasyonu

Madrid’in en önemli ulaşım noktalarından biri olan Atocha Tren İstasyonu, sadece bir tren durağı olmanın çok ötesinde, adeta şehrin canlı bir merkezi gibi. İlk açıldığı 19. yüzyıldan bu yana Madrid’in kapısı olmuş, günümüzde ise hem şehirlerarası hem de bölgesel tren seferlerinin kalbi. Ama Atocha’yı özel yapan şey, içindeki tropikal bahçesi :) Evet, doğru duydun, tren istasyonunun tam ortasında yemyeşil bir bahçe var; palmiye ağaçları, egzotik bitkiler ve hatta kaplumbağalar bile burada. Burada beklemek ya da aktarma yapmak hiç sıkıcı olmuyor; doğanın ortasında, hareketli kalabalığın içinde huzurlu bir mola yeri sunuyor.

Ayrıca istasyonun tarihi binaları ve modern eklemeleri, mimari anlamda da çok etkileyici. Şehirlerarası hızlı trenlerle (AVE) İspanya’nın birçok önemli noktasına kolayca ulaşabiliyorsun. İstasyonun çevresinde kafeler, restoranlar ve dükkanlar da bol, böylece yolculuğunu keyifli hale getirmek çok kolay. Madrid’e gelirken ya da giderken mutlaka uğrayacağın bu istasyon, hem modern hem tarihi dokusuyla şehrin tam bir yansıması gibi.
12. Debod Tapınağı

Madrid’in tam ortasında, hiç beklemediğin bir anda karşına çıkan antik bir Mısır tapınağı düşün — işte Debod Tapınağı tam da böyle bir sürpriz. Şehrin batı tarafındaki Parque del Oeste içinde yer alan bu tapınak, aslında binlerce yıllık bir geçmişe sahip. Milattan önce 2. yüzyılda Mısır’ın güneyinde, Asvan bölgesinde inşa edilmiş. 1960’larda Nil Nehri üzerindeki baraj inşaatları sırasında sular altında kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalınca, İspanyol hükümetinin yardımlarına teşekkür olarak Mısır devleti bu tapınağı Madrid’e hediye ediyor. 1972 yılında parça parça taşınıp yeniden monte edilerek bugünkü haline kavuşuyor.
Günümüzde ise bu eşsiz yapı, hem tarihi değeri hem de sunduğu manzara ile Madrid’in en özel noktalarından biri. Özellikle gün batımında, tapınağın suyla çevrili yansıması eşliğinde gökyüzü turuncuya dönerken ortaya çıkan manzara inanılmaz romantik oluyor. İç kısmı küçük ama bilgilendirici; Mısır tanrılarına adanmış kabartmalar, eski yapım teknikleri ve tapınağın yolculuğu hakkında bilgiler bulabiliyorsun. Hem bir kültür hazinesi hem de şehrin göbeğinde nefes alabileceğin sakin bir durak. Eğer Madrid’de farklı bir deneyim yaşamak istiyorsan, Debod Tapınağı’na uğramadan geçme derim — çünkü burası hem tarih, hem doğa, hem de huzur demek.
13. Plaza de Cibeles

Madrid’in en görkemli meydanlarından biri olan Plaza de Cibeles, adeta şehrin zarafetini ve enerjisini yansıtan bir vitrin gibi. Burası dört büyük bulvarın — Paseo del Prado, Paseo de Recoletos, Calle de Alcala ve Gran Via — kesiştiği noktada yer alıyor ve şehri dolaşırken bir şekilde mutlaka yolun düşüyor.

Meydanın tam ortasında yer alan Cibeles Çeşmesi, bereket tanrıçası Kybele’yi iki aslanın çektiği bir araba üzerinde gösteriyor ve hem etkileyici bir sanat eseri hem de Madrid’in en önemli simgelerinden biri. Özellikle Real Madrid bir zafer kazandığında, taraftarların gelip kutlama yaptığı yer burası — yani sadece tarihi değil, şehrin duygusal kalbi de aynı zamanda.
Meydanın etrafını saran binalar da en az heykel kadar etkileyici: Palacio de Cibeles (eski Posta Sarayı, şimdiki Madrid Belediyesi binası) muazzam bir mimariye sahip ve terasına çıkıp şehir manzarasını izlemek bambaşka bir keyif. Diğer köşede Banco de Espana binası yükseliyor; hem ciddi hem görkemli. Gün ışığında ayrı, akşam ışıklar altında bambaşka bir atmosferi var. Plaza de Cibeles, Madrid’in hem klasik hem de dinamik ruhunu bir arada görebileceğin harika bir nokta. Yoldan geçerken şöyle bir durup heykelin ihtişamına bakmak bile insana “Ben gerçekten Madrid’deyim!” dedirtiyor.
14. Retiro Parkı

Madrid’in kalbinde, şehrin tüm koşuşturmacasından uzaklaşıp nefes alabileceğin en güzel yerlerden biri kesinlikle Retiro Parkı. Burası öyle sıradan bir park değil; hem yemyeşil doğası hem de içindeki tarihi yapılarıyla adeta bir açık hava sarayı gibi. 17. yüzyılda kraliyet ailesi için yaptırılmış olan bu devasa park, zamanla halkın kullanımına açılmış ve bugün herkesin buluşma noktası olmuş durumda. İçinde göletler, heykeller, yürüyüş yolları, çiçek bahçeleri, hatta minik bir saray bile var.

Özellikle ortasındaki büyük gölet — Estanque Grande — kayık kiralayıp suya açılmak isteyenlerin gözdesi. Göletin hemen arkasında yer alan Alfonso XII Anıtı ise hem görkemli mimarisiyle hem de sunduğu manzarayla büyülüyor. Parkta gezerken birdenbire karşına çıkan Cristal Sarayı (Palacio de Cristal) ise camdan yapılmış zarif yapısıyla masal gibi bir köşe sunuyor; içerisinde dönemsel sanat sergileri oluyor.
Her yaştan insanın gelip çimlerde uzandığı, kitap okuduğu, müzik yaptığı ya da sadece yürüyüşe çıktığı bu park, Madrid’in en huzurlu kaçış noktalarından biri. İster sabah kahveni alıp sessiz bir köşeye otur, ister gün batımında gölette yansıyan gökyüzünü izle — Retiro Parkı her zaman bir mola vermek için en doğru adres.
15. Palacio de Cristal

Palacio de Cristal, yani “Kristal Saray”, Retiro Parkı’nın tam ortasında karşına çıkan masal gibi bir yapı — öyle ki, ilk gördüğünde bir an için Madrid’de değil de bir peri hikayesinin içindeymişsin gibi hissediyorsun. 1887 yılında Filipinler’den getirilen tropik bitkileri sergilemek için inşa edilmiş ve baştan sona cam ve metalden oluşuyor. Geniş kemerli pencereleri, ışığı her açıdan içeri alan kubbesi ve çevresindeki göletle birleşince, burası gerçekten büyülü bir atmosfer yaratıyor.

Günümüzde modern sanat sergilerine ev sahipliği yapıyor, yani içeri girdiğinde sadece yapının zarifliğiyle değil, içindeki yaratıcı eserlerle de karşılaşıyorsun. Işık oyunları, yansıyan ağaç gölgeleri ve sergilenen eserler birleşince ortaya çok özel bir deneyim çıkıyor. Özellikle güneşli bir günde içeri girdiğinde, cam duvarlardan süzülen ışıklarla zaman adeta duruyor gibi. Dışındaki minik gölet, ördekler ve yansıyan ağaçlar ise saraya başka bir zarafet katıyor. Sessizce oturup manzarayı izlemek bile insanın içini dinlendiriyor. Retiro Parkı’nın en romantik, en estetik ve en huzurlu köşelerinden biri olan Palacio de Cristal, hem bir mimarlık harikası hem de bir sanat mabedi gibi — mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri.
16. Barrio de la Latina

La Latina, Madrid’in en eski, en canlı ve en karakteristik mahallelerinden biri. Daracık taş sokakları, balkonlardan sarkan çiçekleri, her köşe başında karşına çıkan küçük meydanları ve tapas barlarıyla tam bir yerel yaşam şöleni sunuyor.
Burası Madrid’in hem geçmişini hem de bugünün enerjisini bir arada barındıran mahallelerden. Gün boyunca sokaklar sakince akar, ama özellikle hafta sonları, her yer capcanlı olur. Çünkü La Latina, tapas kültürünün kalbinin attığı yer! Özellikle Cava Baja ve Cava Alta sokakları boyunca sıralanmış barlar ve restoranlar, akşamüstü saatlerinden itibaren dolup taşar. Bir bardan diğerine geçip, bir yerde patatas bravas yersin, diğerinde sangria içersin — burası tam bir “bar hopping” cenneti.

Ayrıca Pazar günleri kurulan El Rastro bit pazarı da bu mahallede gerçekleşiyor; antikacılar, plakçılar, ikinci el eşyalar arasında dolaşmak hem keyifli hem nostaljik. La Latina, turistik ama yapay olmayan, aksine çok “gerçek” bir Madrid sunuyor insana. Şehrin ruhunu hissetmek, yerel halkla aynı masada oturup sohbet etmek, biraz geçmişe, biraz bugüne dokunmak istersen, La Latina seni kucaklayan o mahallelerden biri.
17. Museo del Prado

1819’da açılan bu müze, başta sadece İspanyol Kraliyet Ailesi’nin koleksiyonlarını sergilemek için kurulmuş ama zamanla Avrupa sanatının kalbinin attığı bir merkez haline gelmiş. İçeride seni, Velazquez, Goya, El Greco, Rubens, Bosch, Tiziano gibi dev isimlerin eserleri bekliyor. Özellikle Las Meninas (Velazquez) ve 3 Mayıs 1808 (Goya) gibi eserler var ki, önlerinde durup dakikalarca bakmak istiyorsun.

Prado Müzesi’ni gezerken göz atmanız gereken en etkileyici eserlerden biri Tintoretto’nun 1548-1549 yılları arasında yaptığı “Müritlerin Ayaklarını Yıkayan İsa” adlı devasa tablosu. Bu eser, İsa’nın Son Akşam Yemeği’nden önce havarilerinin ayaklarını yıkadığı, alçakgönüllülüğün ve hizmetin sembolü haline gelen sahneyi anlatıyor. Rönesans döneminin önde gelen sanatçılarından Venedikli Jacopo Tintoretto’nun elinden çıkan tablo, sadece boyutuyla değil, aynı zamanda duygusal derinliği ve hareketli kompozisyonuyla da oldukça çarpıcı. İlk olarak Venedik’teki bir kilise için yapılmış olan eser, zamanla Madrid’e gelmiş ve şimdi Prado Müzesi’nde, Salon 74’te sergileniyor. Eğer müzeyi ziyaret ederseniz, bu tabloyu mutlaka yakından görün; çünkü hem sanatsal açıdan hem de dini hikayeyi işleyiş biçimiyle gerçekten çok etkileyici bir başyapıt.

Prado Müzesi, sanat tarihiyle ilgilenmesen bile seni içine çeken bir ruh taşıyor; çünkü bu tablolar sadece resim değil, her biri kendi başına birer hikaye, bir zaman yolculuğu gibi. Müzenin içinde sessiz bir saygı havası var ama aynı zamanda ilham veren, zenginleştiren bir huzur da. Eğer biraz yavaşlayıp, gözlerinle keşfetmek, geçmiş yüzyılların duygularına dokunmak istersen, Prado tam anlamıyla bir hazine.
Online bilet için resmi web sitesi burası.
18. Puerta de Alcala

Puerta de Alcala, Madrid’in tam kalbinde, Retiro Parkı’nın hemen önünde gururla yükselen ihtişamlı bir şehir kapısı. Bugün sadece etkileyici bir anıt gibi görünse de, aslında 18. yüzyılda şehrin doğusundan gelenler için gerçek bir giriş kapısıydı. Kral III. Carlos, Madrid’in Avrupa başkentlerine yakışır bir şehir olması için büyük bir dönüşüm başlatmış ve bu kapıyı da şehrin prestijini artırmak adına 1764 yılında yaptırmaya karar vermiş. Napoli doğumlu mimar Francesco Sabatini tarafından tasarlanan yapı, 1778’de tamamlanmış. Tam beş kemeriyle — üç büyük, iki küçük — dönemin diğer şehir kapılarından farklı bir zarafete sahip.

Özellikle üzerindeki süslemeler ve heykeller dikkat çekici: Barış ve Adalet figürleri, zeytin dalları ve kraliyet armaları, Madrid’in hem barışçıl hem de güçlü kimliğini simgeliyor. İlginç bir detay da şu: Bu kapı, Paris’teki Zafer Takı ve Berlin’deki Brandenburg Kapısı gibi anıtlardan daha önce yapılmış olmasıyla dikkat çekiyor; yani aslında Avrupa’daki bu tür anıtsal şehir kapılarının öncülerinden biri. Gündüz farklı, gece ışıklandırıldığında bambaşka bir güzelliğe bürünüyor. Bugün, Madrid’in simgelerinden biri olarak hem turistlerin hem de yerel halkın gözdesi
19. Real Jardin Botanico

Prado Müzesi’nin hemen yanında, huzur dolu bir kaçamak yapmak istersen Real Jardin Botanico tam sana göre bir yer. 18. yüzyılda Kral III. Carlos tarafından kurulmuş bu botanik bahçe, sadece bitkilerle dolu sıradan bir yeşil alan değil; adeta doğa ve bilim tutkunlarının buluşma noktası.

Bahçede, dünyanın dört bir yanından toplanmış binlerce bitki türü bir arada sergileniyor. Rengarenk çiçekler, egzotik ağaçlar, şifalı bitkiler ve devasa palmiyeler arasında dolaşırken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsun. Ayrıca bahçe içinde klasik tarzda düzenlenmiş küçük göletler, heykeller ve cam seralar da var; özellikle kış aylarında tropikal bitkileri görmek için cam seralar ideal. Bahçenin bilimsel önemi de büyük çünkü burada bitkiler sadece sergilenmekle kalmıyor, aynı zamanda korunuyor ve araştırılıyor. Hem sakin yürüyüşler yapmak, hem doğa hakkında bilgi edinmek, hem de fotoğraf çekmek isteyenler için harika bir adres.
Yazın sıcağından kaçıp ağaçların gölgesinde nefes almak ya da ilkbaharda renklerin dansını izlemek istersen, Real Jardín Botanico mutlaka listende olmalı. Madrid’in kalabalığından ve şehir karmaşasından bir süreliğine uzaklaşıp doğayla iç içe olmak için birebir.
20. Cuesta de Moyano

Burası Madrid’in merkezinde yer alan ve 1925 yılından beri faaliyet gösteren tarihi bir açık hava kitap pazarı. Retiro Parkı ile Paseo del Prado arasında konumlanan bu yokuş, sabit kulübelerde hizmet veren yaklaşık 30 kitapçısıyla özellikle ikinci el kitap meraklılarının uğrak noktası. Kitapseverler burada hem klasik hem de nadir eserleri uygun fiyatlarla bulabilirken, sokak nostaljik atmosferiyle ziyaretçilerine adeta bir zaman yolculuğu yaşatıyor.

Cuesta de Moyano'nun tarihi 1919’a kadar uzanıyor; kitapçılar o dönemde Atocha bölgesinden buraya taşınmış ve zamanla bu yokuş Madrid’in kültürel belleğine kazınmış. 2007 yılında yapılan kapsamlı bir yenileme sayesinde araç trafiğine kapatılan yokuş, günümüzde tamamen yayalara ayrılmış estetik bir kitap caddesi halini almış. Yolun başında yazar Pio Baroja, sonunda ise politikacı Claudio Moyano’nun heykelleri yer alıyor. İspanya Kraliçesi Letizia da bu yıl yokuşu ziyaret etmiş, Stefan Zweig, Edgar Allan Poe ve G. K. Chesterton gibi yazarlardan kitaplar satın alarak kitapçılarla birebir sohbet etmiş.
Cuesta de Moyano genellikle haftanın her günü açık; sabah saat 09:30-13:30 ve akşam saat 16:30-19:00 arasında ziyaret edilebilir. Retiro Parkı ve Prado Müzesi’ne oldukça yakın konumda yer aldığından yürüyerek ulaşım da oldukça kolay. Hem edebiyat tutkunları hem de Madrid’in kültürel ruhunu daha yakından tanımak isteyen gezginler için Cuesta de Moyano mutlaka görülmesi gereken yerler arasında.
21. Centro de Arte Reina Sofia

Madrid’in en önemli modern ve çağdaş sanat müzelerinden biri olan Centro de Arte Reina Sofia (Kraliçe Sofia Ulusal Sanat Müzesi), 1992 yılında açıldı ve ismini İspanya’nın eski kraliçesi Sofia’dan aldı. Eski bir hastane binasının restorasyonu ile yaratılan bu müze, 20. yüzyıl ve günümüz sanatının en önemli eserlerine ev sahipliği yapıyor. İçinde Pablo Picasso, Salvador Dali, Joan Miro gibi İspanyol sanatçıların yanı sıra, uluslararası birçok önemli sanatçının eserlerini görmek mümkün. Müzenin en ünlü eseri kuşkusuz Picasso’nun Guernica tablosu; bu devasa ve etkileyici eser, İspanya İç Savaşı’nın acılarını ve savaşın yıkıcılığını gözler önüne seriyor.

Reina Sofia, sadece sabit koleksiyonuyla değil, düzenlediği geçici sergiler, performanslar ve multimedya etkinlikleriyle de sanat dünyasında dinamik bir merkez konumunda. Müzenin mimarisi de dikkat çekici; Jean Nouvel tarafından yapılan modern eklemeler, eski hastane yapısıyla uyum içinde ve ferah sergi alanları yaratıyor. Ayrıca terasından Madrid manzarası izlemek, ziyaretçilere ayrı bir keyif sunuyor. Sanatla ilgilenen herkes için mutlaka ziyaret edilmesi gereken bir adres olan Reina Sofia, modern sanatın ruhunu derinlemesine deneyimlemek isteyenler için harika bir durak.
Ziyaret saatleri ve online bilet için buraya ziyaret edebilirsiniz.
22. Museo Thyssen-Bornemisza

Madrid’in “sanat üçlüsünün” en önemli parçalarından biri olan Museo Thyssen-Bornemisza, Prado ve Reina Sofía müzelerinin hemen yanı başında yer alıyor ve farklı dönemlerden, farklı tarzlardan muhteşem bir sanat koleksiyonu sunuyor. 1992’de açılan bu müze, Thyssen-Bornemisza ailesinin kişisel koleksiyonunu halka açmasıyla hayat bulmuş. İçeride Rönesans’tan Empresyonizm’e, Barok’tan Modernizme kadar uzanan yaklaşık 1.000’den fazla tablo bulunuyor. Burada Leonardo da Vinci, Caravaggio, Rubens, Monet, Van Gogh, Picasso gibi sanat tarihinin dev isimlerinin eserlerine rastlamak mümkün.

Diğer iki büyük müzeyle karşılaştırıldığında, Thyssen’in en büyük avantajı çok çeşitli akımları ve sanatçıları bir arada sunması; yani klasik sanatla modern sanat arasında harika bir köprü görevi görüyor. Müze düzeni ziyaretçiyi sıkmadan, akıcı ve rahat bir sanat yolculuğuna çıkarıyor. Hem sanatseverler hem de sanatla yeni tanışanlar için uygun bir yer çünkü koleksiyon çok zengin ve kapsayıcı. Ayrıca müzenin kafe ve hediyelik eşya mağazası da oldukça keyifli. Eğer Madrid’de sanat dolu bir gün geçirmek istiyorsan, Museo Thyssen-Bornemisza kesinlikle atlanmaması gereken duraklardan biri.
Ziyaret saatleri ve online bilet için resmi web sitesi burası.
23. Estadio Santiago Bernabeu

Madrid’in futbol tutkusunun kalbi olan Estadio Santiago Bernabeu, Real Madrid takımının efsanevi stadyumu ve şehrin en ikonik spor mekanlarından biri. 1947 yılında açılan bu devasa stat, yıllar içinde birçok kez yenilenip büyütüldü ve bugün yaklaşık 81.000 kişilik kapasitesiyle dünyanın en büyük futbol arenalarından biri haline geldi.
Burada sadece maç izlemek değil, aynı zamanda futbol tarihine dokunmak da mümkün çünkü müzenin içinde Real Madrid’in kurulduğu günden bugüne kadar olan başarılarını, kupa koleksiyonunu, eski formalarını ve oyuncuların hatıralarını görmek mümkün. Stat turuna katılırsan, soyunma odalarından basın toplantısı odasına, sahaya yakın tribünlere kadar pek çok bölümü gezebilir ve futbolun heyecanını bizzat hissedebilirsin. Real Madrid taraftarı olmasan bile, bu büyüklükte ve tarih dolu bir stadyumu görmek mutlaka etkileyici oluyor. Ayrıca maç günleri stadyumun önünde kurulan atmosfer, tezahüratlar ve coşku, Madrid’in spor aşkını en iyi şekilde yansıtıyor. Eğer şehrin enerjisini futbol üzerinden yaşamak istersen, Santiago Bernabeu tam sana göre bir durak.
Maç bileti ya da stat turu için resmi web sitesi burası.
24. Plaza de Toros de Las Ventas

Madrid’in en ünlü ve büyük boğa güreşi arenası olan Plaza de Toros de Las Ventas, İspanyol kültürünün hem simgesi hem de tartışmalı bir parçası. 1929 yılında açılan bu arenanın mimarisi Neo-Mudéjar tarzında, yani İspanya’nın geleneksel Moor etkilerini taşıyan kırmızı tuğlalar ve renkli çinilerle süslenmiş, göz alıcı bir yapı. Yaklaşık 23.000 kişilik kapasitesiyle İspanya’nın en büyük boğa güreşi arenası olan Las Ventas, sadece boğa güreşi etkinlikleri değil, aynı zamanda konserler ve çeşitli kültürel organizasyonlar için de kullanılıyor. Eğer ziyaretin boğa güreşi sezonuna denk gelirse, bu geleneksel İspanyol gösterisini yerinde izlemek mümkün; tabii bu etkinlikler bazen hayvan hakları açısından tartışmalı olabiliyor.

Arenanın içinde ayrıca bir müze var; burası boğa güreşi tarihini, matadorların kıyafetlerini, efsanevi mücadeleleri ve bu tutkunun ardındaki hikayeleri öğrenmek için harika bir yer. Madrid’de kültürel çeşitliliği ve gelenekleri deneyimlemek isteyenler için Plaza de Toros de Las Ventas, tarihi atmosferi ve etkileyici mimarisiyle mutlaka görülmesi gereken özel bir durak.
Online bilet için resmi web sitesi burası.
25. Museo Sorolla

Bu müze, İspanyol empresyonist ressam Joaquin Sorolla’nun evi ve stüdyosu olarak kullanıldığı bina; yani sanatçının hem yaşam alanını hem de eserlerini bir arada görme şansı buluyorsun. 1911 yılında inşa edilen bu ev, bahçesiyle birlikte ışık ve doğa tutkusunu yansıtıyor.

İçeride Sorolla’nın deniz, doğa ve gündelik yaşamdan esinlenen sıcak, aydınlık tabloları yer alıyor; özellikle açık renk paleti ve hareketli fırça darbeleriyle insanı hemen içine çekiyor. Müzenin bahçesi de sanatçının eserleri kadar etkileyici; cıvıl cıvıl renkli çiçekler, narenciye ağaçları ve küçük havuzlarla dolu bu alan, ziyaretçilere huzurlu ve dingin bir atmosfer sunuyor. Burası, Madrid’in büyük müzelerinden farklı olarak daha samimi, sakin ve kişisel bir deneyim yaşatıyor. Sanatın ve doğanın iç içe geçtiği bu özel müzede dolaşırken Sorolla’nın dünyasına adım atıyor, İspanyol ışığını ve yaşamını bambaşka bir açıdan keşfediyorsun.
26. Teatro Real

Madrid’in kültür ve sanat hayatının gözbebeği olan Teatro Real, şehrin tam kalbinde, Palacio Real’in hemen karşısında yer alan muhteşem bir opera binası. 1850’lerde inşa edilen bu görkemli yapı, İspanya’nın en prestijli opera ve bale sahnesi olarak uzun yıllardır hizmet veriyor. Tarih boyunca birçok onarım ve yenilemeden geçen Teatro Real, hem mimarisiyle hem de sunduğu performanslarla büyülüyor; iç mekanın ihtişamı ve akustiği, izleyicilere unutulmaz bir deneyim yaşatıyor.
Burada hem klasik operalar hem de modern prodüksiyonlar sahneleniyor, dünyanın dört bir yanından gelen sanatçılar ve orkestralar sahne alıyor. Eğer Madrid’deysen ve biraz sanatla ruhunu beslemek istiyorsan, Teatro Real’de bir gösteri izlemek kesinlikle harika bir fikir. Ayrıca binanın dış cephesi ve çevresi de fotoğraf çekmek için çok güzel; özellikle akşamları ışıklandırıldığında büyüleyici bir atmosfer oluşuyor. Opera ya da bale ile ilgilenmeyenler bile buranın enerjisini, tarihini ve ihtişamını hissedince hayran kalıyor. Madrid’in sanat dolu kalbinde böyle özel bir mekan olduğunu bilmek bile şehri keşfetmeyi daha anlamlı kılıyor.
Online bilet için resmi web sitesi burası.
27. Cerralbo Müzesi

Madrid’in kalabalığından uzaklaşıp zamanda bir yolculuğa çıkmak istersen, Museo Cerralbo tam bir gizli hazine gibi. Bu etkileyici müze, 19. yüzyılın sonlarında yaşamış aristokrat bir koleksiyoncu olan Marques de Cerralbo’nun eski evi. Burası sadece bir müze değil, aynı zamanda zamanın durduğu bir malikane gibi… İçeri adım attığında seni altın varaklı aynalar, kristal avizeler, kadife perdeler ve tavan freskleri karşılıyor; hepsi özenle korunmuş ve hala yaşıyormuş gibi. Koleksiyonda zırhlar, antik heykeller, tablolar, saatler, porselenler, madalyalar ve daha neler neler var.

Cerralbo, hem sanat hem tarih tutkunuymuş; bu yüzden müze hem Avrupa’nın klasik sanatına hem de kişisel eşyalarla dönemin yaşam tarzına dair pek çok ipucu veriyor. Burası, Prado ya da Reina Sofia gibi büyük müzelerden çok daha sakin, daha samimi bir deneyim sunuyor. Aynı zamanda binanın kendisi de başlı başına bir sanat eseri. Eğer Madrid’de biraz farklı, hatta biraz “masalsı” bir yer arıyorsan, Museo Cerralbo seni oldukça şaşırtabilir. Üstelik fotoğraf severler için de görsel bir şölen!
28. CaixaForum Madrid

Eski bir elektrik santralinin dönüştürülmesiyle yaratılan bu etkileyici yapı, endüstriyel mimariyle çağdaş sanatın buluştuğu çok özel bir yer. Dış cephesindeki dev dikey bahçe (yeşil duvar), binayı daha görmeden ilgini çekecek kadar büyüleyici – yaşayan bitkilerle kaplı bu duvar, hem doğayı hem sanatı selamlıyor gibi. İçeride ise yıl boyunca değişen sergiler, modern sanat enstalasyonları, multimedya projeleri ve söyleşiler yer alıyor. Bazen klasik sanat eserleriyle, bazen de dijital çağın öne çıkan işleriyle karşılaşabiliyorsun.
Müze, her yaşa hitap eden programları ve çocuklar için hazırlanan interaktif alanlarıyla da oldukça kapsayıcı. Ayrıca kafe ve kitapçı bölümü de çok keyifli; sergi sonrası biraz soluklanmak için birebir. CaixaForum, sanatla ilgileniyorsan da ilgilenmiyorsan da seni içine çeken, sade ama etkileyici bir atmosfer sunuyor. Prado ve Reina Sofía’nın hemen yakınında yer aldığı için, Madrid’deki sanat rotanın ayrılmaz bir parçası olmaya fazlasıyla layık.
29. Madrid Sokak Tabelaları

Madrid sokak tabelaları, aslında şehri gezerken gözüne takılan küçük ama çok hoş detaylardan biri. Genellikle beyaz zemin üzerinde mavi ya da siyah harflerle yazılmışlar; hem sade hem de şehrin klasik havasını yansıtan bir tasarıma sahipler. Ama asıl güzel olan, bazı eski mahallelerde gördüğün o renkli, seramikten yapılmış, süslü tabelalar. Onlara bakarken insan adeta Madrid’in tarihinin ve kültürünün içine dokunuyor gibi hissediyor. Sadece yol göstermekle kalmıyorlar, aynı zamanda şehrin ruhunu da yansıtıyorlar diyebilirim.

Hele bir de fotoğraf çekmeyi seviyorsan, bu tabelalar tam senlik. Çünkü hem fotoğraf karelerine hoş bir detay katıyorlar hem de gezi anılarını daha özel kılıyorlar. Madrid’de dolaşırken tabelalara dikkat etmek, bir yandan kaybolmanı önlerken diğer yandan da şehri daha yakından tanımana ve sevmeni sağlıyor. Bence şehri keşfetmenin en güzel yanlarından biri bu küçük sürprizler :)
30. Madrid Dükkanları Plakaları

Madrid sokaklarını keşfederken, bazı eski dükkanların önünde yerde bronzdan yapılmış küçük ama dikkat çekici plakalar görebilirsin. Bu plakalar rastgele konmamış; her biri, 100 yılı aşkın süredir Madrid’e hizmet eden köklü işletmeleri onurlandırmak için yerleştirilmiş. Madrid Belediyesi, 2006 yılından itibaren bu uzun soluklu işletmeleri tanımak ve şehir tarihine olan katkılarını takdir etmek amacıyla bu özel uygulamayı başlatmış. Plakalar sadece estetik değil; aynı zamanda Madrid’in ticari hafızasının bir parçası. Her biri ünlü karikatürist Antonio Mingote tarafından tasarlanmış ve bronzdan yapılmış bu işaretler, geçmişle bugünü birbirine bağlayan bir tür “yerdeki tarih sayfası” gibi.
Bu onurlandırılan işletmeler arasında fırınlar, pastaneler, terziler, tabii ki tarihi kafeler, eczaneler ve kitapçılar da var. Yani sadece eski olmakla kalmamış, aynı zamanda nesiller boyu Madrid halkına hizmet etmiş, zamanla şekillenmiş ama ruhunu korumuş yerlerden bahsediyoruz. Bu işletmelerin çoğu, modern dünyanın hızlı temposuna ayak uydurmayı başarmış ama kimliğinden ödün vermemiş. Plaka uygulaması, bu yüzden sadece nostaljik değil; aynı zamanda bir sadakatin sembolü gibi.
Eğer Madrid’de yürürken gözünü biraz yere indirirsen, tarihin ayaklarının altından geçtiğini fark edebilirsin. Bu dükkanları ziyaret etmekse, sadece alışveriş değil; aynı zamanda Madrid’in geçmişine saygı duruşu yapmak gibi. Bir fincan kahveyi ya da bir kitapçıda geçirilen zamanı çok daha anlamlı hale getiren detaylar bunlar.
Madrid’de 100 yılı aşkın süredir ayakta kalmış ve önlerinde o özel plakalardan bulunan birkaç ünlü işletme:
Casa Hernanz
Madrid’deki en eski ve en ünlü alpargaterías (espadril dükkanları) arasında yer alır. 1845 yılında Toribio Hernanz tarafından kurulan bu dükkan, geleneksel el yapımı alpargatasıyla ünlüdür ve beşinci kuşak tarafından işletilmektedir
La Mallorquina
1894’ten beri Puerta del Sol yakınlarında hizmet veren bu pastane, Madrid’in en ünlü tatlıcılarından biri. Özellikle napolitanas (tatlı milföy) denemeye değer.
Lhardy
1839’dan beri Madrid’in en prestijli restoran ve gurme dükkanlarından biri. Hem tarihi atmosferi hem de klasik İspanyol yemekleriyle ünlü.
Casa Ruiz
1895 yılında kurulmuş olan bu dükkan, Madrid’in en eski terzilerinden biri olarak biliniyor. Geleneksel terzilik sanatını halen sürdürüyor.
Farmacia La Estrella
1872’den beri faaliyet gösteren bu tarihi eczane, modern dünyaya rağmen geleneksel eczacılık hizmetini koruyor.
Madrid İşaretli Gezilecek Yerler Haritası, Telefonunuza Kaydedin!
Haritaya ulaşmak için buraya tıklayınız.
Comments