Prag Gezi Rehberi: Gezilecek Yerler, Tavsiyeler ve İşaretli Harita
- Sabuha Öztürk
- 6 May
- 37 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 May
Prag, masalsı güzelliğiyle insanı ilk görüşte etkileyen şehirlerden biri. Çekya'nın başkenti olan bu şehir, Vltava Nehri’nin iki yakasında uzanıyor ve sanki Orta Çağ’dan kalma bir film setinde yürüyormuşsun hissini veriyor. Kırmızı kiremitli çatıları, gotik kiliseleri ve Arnavut kaldırımlı dar sokaklarıyla adeta zamanın durduğu bir yer gibi. Hele ki sabah erken saatlerde Charles Köprüsü'nde yürürken sislerin arasında beliren heykellerle karşılaşınca, bir masalın içindeymiş gibi hissediyorsun.
Prag, sadece güzelliğiyle değil, yaşanmışlıklarıyla da etkileyici. Kafka’nın izlerini taşıyan sokaklarda gezinirken, her köşe başında farklı bir hikayeye rastlayabiliyorsun. Eski Şehir Meydanı’nda saat başı hareket eden astronomik saat hala büyük bir heyecanla izleniyor.
Ayrıca Prag’ın en güzel yanlarından biri, büyük Avrupa şehirleri kadar kalabalık ya da pahalı olmaması. Tarihi dokusunu kaybetmeden modern hayata ayak uydurmuş bu şehir, hem rahatlatıcı hem de ilham verici bir atmosfere sahip. İster tarih meraklısı ol, ister fotoğraf çekmeyi sev ya da sadece sokaklarda kaybolmak isteyen bir gezgin. Prag seni mutlaka bir yerinden yakalıyor ve bırakmak istemiyor.
Yazının sonunda Prag ile ilgili tüm gezilecek yerler ve yeme içme yerlerinin işaretli olduğu haritayı bulabilir, telefonunuza indirebilirsiniz. (Google Maps)

Prag Gezilecek Yerler Listesi (55 Farklı Konum)
Eski Şehir Meydanı (Staroměstské náměstí)
Astronomik Saat ve Eski Belediye Sarayı
Eski Belediye Sarayı (Staroměstská radnice)
Tyn Kilisesi
Aziz Nikolaos Kilisesi
Prag Ulusal Galerisi Golz-Kinsky Sarayı
Jan Hus Heykeli
Eski Şehir Köprüsü Kulesi
Charles Köprüsü (Karl Köprüsü)
Barut Kalesi
Belediye Sarayı (Obecni Dum)
Klementinum
Dans Eden Ev
Josefov Yahudi Mahallesi
Josefov Mahallesi - Eski Yeni Sinagog
Josefov Mahallesi - İspanyol Sinagogu
Josefov Mahallesi - Maisel Sinagogu
Josefov Mahallesi - Eski Yahudi Mezarlığı
Prag Kalesi
Aziz Vitus Katedrali
Eski Kraliyet Sarayı
Aziz George Bazilikası
Altın Yol
Ulusal Galeri Sternbersky Sarayı
Strahov Manastırı
Novy Svet
Wallenstein Sarayı ve Bahçeleri
Franz Kafka Müzesi
Lesser Town Bridge Tower
Prag’ın En Dar Sokağı
John Lennon Duvarı
Vrtba Bahçesi
Kampa Adası
Wenceslas (Václav) Meydanı
Çek Ulusal Müzesi (Narodni Müzesi)
Ulusal Tiyatro Binası (Narodni Divadlo)
Jübile Sinagogu
Lejyon Köprüsü
Hafif Bir Belirsizlik (Slight Uncertainty)
Rue de Paris
Nerudova Sokağı
Loreto
Letna Parkı
Kralovska Obora Stromovka
National Technical Museum
DOX Çağdaş Sanat Merkezi
Holesovice Market
Man Hanging Out
Lucerna Pasajı
Betlem Meydanı ve Betlem Kilisesi
Muzeum of Communism (Komünizm Müzesi)
Dlouha Ulica
Vltava Nehri
Petrin Tepesi ve Gözlem Kulesi
Dresden
Ben de bu harika şehri 3 sene önce tek başıma keşfetme fırsatı buldum. Dolu dolu 5 gün ayırsanız çok memnun ayrılırsınız fakat 4 gün de kompakt bir Prag seyahati için yeterli olacaktır. Haydi gelin şimdi benim gözümden Prag gezilecek yerlere bir göz atalım :)
1. Eski Şehir Meydanı

Prag’ın kalbi olarak bilinen Eski Şehir Meydanı (Staroměstské náměstí), şehri ziyaret eden herkesin yolu en az birkaç kez düşen, hem tarih hem de atmosfer bakımından büyüleyici bir yer. Burası yüzyıllardır Prag’ın sosyal, politik ve kültürel merkezi olmuş. Rengarenk cepheli tarihi binalar, gotik, barok ve romanesk mimarinin iç içe geçtiği yapıların çevrelediği meydan, tam anlamıyla bir açık hava müzesi gibi. Her köşesinde bir başka detay yakalayabiliyorsun. En çok dikkat çekenlerden biri, 15. yüzyıldan kalma Astronomik Saat. Saat başı hareket eden figürleriyle kalabalıkları etrafına toplayan bu saat, aslında sadece bir saat değil; gökyüzü hareketlerini gösteren bir mühendislik harikası. Hemen arkasında ise Eski Belediye Binası yükseliyor. Dilersen kuleye çıkıp Prag manzarasını bir de yukarıdan izleyebilirsin; özellikle gün batımında şehir altın gibi parlıyor.
Meydanın bir diğer simgesi ise iki kulesiyle uzaktan bile hemen fark edilen Tyn Kilisesi. Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri olan bu yapı, biraz gizli girişiyle ilk başta şaşırtıyor ama içine girdiğinde atmosferiyle etkiliyor. Ortada yer alan Jan Hus Anıtı ise Çek halkı için büyük anlam taşıyor; reformcu liderin anısına yapılan bu heykel, meydanın tarihine bir başka derinlik katıyor. Meydan yalnızca tarihiyle değil, bugün hala canlılığını koruyan atmosferiyle de büyüleyici. Kafeler, sokak sanatçıları, at arabaları ve turist kalabalığı arasında dolaşırken bir yandan da farklı dönemlere ait hikâyelerin arasında geziniyorsun. Özellikle Noel ya da Paskalya döneminde kurulan pazarlar, meydanı adeta bir masal dünyasına çeviriyor.
2. Astronomik Saat ve Eski Belediye Sarayı

Prag’ın kalbindeki Eski Şehir Meydanı’na vardığında kalabalığın toplandığı yöne dön ve kafanı yukarı kaldır, işte karşında dünyanın en eski çalışan astronomik saati! 1410 yılında yapılmış bu şaheser, sadece saati göstermekle kalmıyor; zamanı adeta bir sanat eseri gibi anlatıyor. Saatin merkezinde, güneşin ve ayın hareketlerini, ay evrelerini ve Zodyak burçlarını gösteren döner bir gök haritası var. Günümüz teknolojisiyle bile oldukça karmaşık sayılabilecek bu sistem, Orta Çağ’daki gökyüzü algısını ve zaman kavramını gözler önüne seriyor. Saat her saat başında kısa ama etkileyici bir gösteri sunuyor: Küçük bir pencere açılıyor ve İsa'nın on iki havarisi birer birer görünerek izleyenleri selamlıyor. Bu sırada iskelet figürü ölümün temsili elindeki çanı çalarak hayatın geçiciliğini hatırlatıyor. Yanındaki kibir, açgözlülük ve şehveti temsil eden diğer figürler de tepki vererek küçük bir tiyatro sahnesi yaratıyorlar.

İşte bu gösteri sadece birkaç dakika sürüyor ama saatlerce beklemeye değer diyenler hiç de az değil. Çünkü burada sadece bir mekanik düzenek çalışmıyor; aynı zamanda 600 yıldır ayakta duran bir kültürel miras nefes alıyor. Saati ilk tasarlayan kişi, saat ustası Mikuláš of Kadaň ve astronom Jan Šindel’miş. Efsaneye göre bu saat öylesine eşsizmiş ki, yapımının ardından ustanın gözleri kör edilmiş ki bir daha böylesini yapamasın! Ne kadar doğru bilinmez ama saatin görkemi karşısında bu tür efsanelerin doğmasına hiç şaşırmıyorsun. Saatin alt kısmında ayrıca ay takvimi ve Çek azizlerinin bulunduğu detaylı bir takvim diski yer alıyor. Yani saat başı animasyon izlenmese bile, bu yapı önünde uzun süre vakit geçirmek mümkün — her bakışta yeni bir detay fark ediyorsun.

En güzel saat izleme zamanı mı? Gün batımına yakın saatlerde hem meydan daha yumuşak ışıklara bürünüyor hem de saat üzerindeki figürler daha net görünüyor. Eğer fotoğraf çekmek istersen erken sabah saatleri en sakin zaman. Ama ne zaman gidersen git, bu saat hem geçmişe hem gökyüzüne dokunan büyüleyici bir deneyim sunuyor. Prag’a gelip de Astronomik Saat’i görmeden dönmek, adeta kitabın kapağını açmadan romanı okudum demek gibi!
3. Eski Belediye Sarayı

Prag Eski Şehir Meydanı’nda göz kamaştıran bir başka yapı da şüphesiz Eski Belediye Sarayı (Staroměstská radnice). İlk bakışta Astronomik Saat’in bağlı olduğu bina olarak dikkati çekse de, aslında çok daha fazlası. 14. yüzyılda inşa edilen bu gotik yapı, Prag’ın tarihi boyunca hem yönetim merkezi olmuş hem de şehrin kaderini belirleyen pek çok olaya ev sahipliği yapmış. Belediye Sarayı zamanla yanındaki binaların eklenmesiyle büyümüş ve ortaya mimari açıdan epey ilginç, hatta biraz asimetrik bir yapı çıkmış. Binanın kule kısmı ise en ikonik detaylarından biri. Yaklaşık 70 metre yüksekliğindeki bu kuleye ister asansörle ister merdivenle çıkabiliyorsun ve tepesine ulaştığında nefes kesen bir manzara seni bekliyor: Kırmızı çatılar, daracık sokaklar, meydandaki kalabalık, uzaklarda Vltava Nehri ve Prag Kalesi… Bu manzaraya bakarken bir kartpostalın içindeymişsin gibi hissediyorsun.

Saraya sadece dışarıdan bakmakla yetinmemek gerek çünkü içi de en az dışı kadar etkileyici. Belediye meclisinin toplandığı tarihi salonlar, süslemeli tavanlar, freskler ve gotik detaylarla dolu odalar ziyaretçilere açık. Ayrıca bodrum katlarında şehrin Orta Çağ’dan kalma yer altı yapıları da görülebiliyor. Bu kısımlar, zamanında zindan ya da depo olarak kullanılmış ve hala biraz ürkütücü havasını koruyor. Yapının tarihi sadece mimariyle sınırlı değil; 1945’teki II. Dünya Savaşı sırasında büyük hasar almış ve bazı bölümleri yıkılmış. O dönemden kalan izler bugün hâlâ duvarlarda görülebiliyor, bu da binaya ayrı bir derinlik katıyor. Eski Belediye Sarayı, Prag’ın geçmişiyle bugününü aynı çatı altında buluşturan çok özel bir yer. Hem tarihle ilgilenenler hem de güzel manzara sevenler için kesinlikle listenin üst sıralarında olmalı.
Ziyaret Saatleri: Her gün 09:00 – 19:00 (Pazartesi günleri saat 11:00'de açılıyor)
Kule ise genellikle 22:00’ye kadar açık, gün batımı sonrası manzara harika!
Giriş Ücreti: Sadece kule: Yaklaşık 250 CZK
Kule + iç mekanlar (tarihi salonlar, bodrum): Yaklaşık 350 CZK
Öğrencilere, çocuklara ve ailelere özel indirimler mevcut.
Online bilet almak isteyenler buraya!
4. Tyn Kilisesi

Eski Şehir Meydanı’nda hemen dikkatini çekecek bir diğer yapı, masalsı iki sivri kulesiyle seni karşılayan Tyn Kilisesi. Gotik mimarinin en etkileyici örneklerinden biri olan bu kilise, sanki Disneyland'dan alınıp buraya kondurulmuş gibi duruyor ama aslında 14. yüzyıldan beri burada dimdik ayakta. İkiz kulelerinin her biri yaklaşık 80 metre yüksekliğinde ve ilginç bir şekilde biri diğerinden biraz daha büyük, bu da kadın ve erkek arasındaki sembolik farkı temsil ediyormuş.

Geceleri ışıklandırıldığında ise kilise, meydandaki en büyüleyici yapılardan biri haline geliyor. İçine girmek biraz zor gibi görünebilir çünkü girişi meydandaki başka bir binanın içinden geçilerek yapılıyor. İlk kez gelen birçok kişi kiliseye nasıl girileceğini bulamayıp etrafında birkaç tur atıyor, ama küçük bir kapıdan geçip içeri adımını attığında gotik sütunlar, taş oyma detaylar ve altın süslemelerle karşılaşıyorsun.

Tyn Kilisesi, dışı kadar içiyle de etkileyici. İç mekanda geç gotik, rönesans ve barok tarzların güzel bir karışımı var. Özellikle yüksek tavanlar ve devasa org hemen göze çarpıyor. Kilisenin içinde ünlü Danimarkalı astronom Tycho Brahe’nin mezarı da bulunuyor yani burası sadece dini bir yapı değil, bilim tarihine de tanıklık eden önemli bir mekan. Sessizce oturup içeride birkaç dakika vakit geçirmek, karmaşadan uzaklaşmak ve gotik atmosferin içine çekilmek için harika bir deneyim. Giriş ücretsiz ama bağış kutuları var; küçük bir katkıyla bu tarihi yapının korunmasına destek olabiliyorsun. Giriş kapısı oldukça gizli: Kiliseye doğrudan meydandan değil, altından geçilen bir kemerin arkasındaki avludan ulaşılıyor.
Ziyaret Saatleri: Salı – Cumartesi: 10:00 – 13:00 ve 15:00 – 17:00
Pazar: 10:00 – 12:00 (Pazartesi günleri kapalı olabilir – resmi tatil dönemlerinde saatlerde değişiklik olabiliyor.)
5. Aziz Nikolaos Kilisesi

Prag’ın Eski Şehir Meydanı’ndaki bir başka göz alıcı yapısı da, ihtişamlı barok tarzıyla hemen dikkat çeken Aziz Nikolaos Kilisesi. Genellikle karşısındaki Tyn Kilisesi gölgede bırakıyor gibi görünse de, içine girdiğinde bu kilisenin aslında ne kadar etkileyici olduğunu hemen fark ediyorsun. 18. yüzyılda yapılmış bu yapı, Prag’daki barok mimarinin en güzel örneklerinden biri. Dış cephesi sade görünse de, içeri adım attığında tavan freskleri, altın detaylar, sütunlar ve süslü avizeler adeta başını döndürüyor. Kilisenin merkezinde yer alan büyük kubbe, yukarıdan süzülen ışıkla birlikte hem huzurlu hem de büyüleyici bir atmosfer yaratıyor. Eğer klasik müzik seviyorsan, burası akşam saatlerinde düzenlenen konserlerle de oldukça meşhur — tarihi bir kilise ortamında Bach veya Vivaldi dinlemek, Prag’da yaşanabilecek en özel deneyimlerden biri olabilir.

Aziz Nikolaos Kilisesi sadece dini bir yapı değil, aynı zamanda sanat ve mimari meraklıları için de mutlaka görülmesi gereken bir yer. İç mekanda süslemeler o kadar detaylı ki, tavanlara ve duvarlara bakarken zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorsun. Kilisenin barok orgu, zamanında Mozart tarafından da kullanılmış ve hala çalınabilir durumda. Meydanın kalabalığına rağmen içerisi genellikle daha sakin olur, bu yüzden kısa bir mola vermek ya da şehirdeki güzellikleri biraz içselleştirmek için ideal bir nokta.
Ziyaret Saatleri: Her gün 10:00 – 16:00 (Konser günlerinde saatlerde değişiklik olabilir.)
Giriş Ücreti: Yaklaşık 100 CZK Öğrenciler ve gruplar için indirimli bilet seçenekleri mevcut.
Kilisede konser deneyimi yaşamak isterseniz eğer biletleri buradan inceleyebilirsiniz.
6. Prag Ulusal Galerisi Golz-Kinsky Sarayı

Prag Eski Şehir Meydanı’nda, pastel pembe cephesiyle diğer binalardan zarifçe sıyrılan Golz-Kinský Sarayı, Prag Ulusal Galerisi’nin önemli bir kolu olarak hizmet veriyor. 18. yüzyılda rokoko tarzında inşa edilen bu güzel yapı, dışarıdan bakıldığında bir sanat eseri gibi duruyor zaten. Bir zamanlar aristokrat ailelere ev sahipliği yapan saray, bugün içerisinde hem kalıcı hem de geçici sanat sergileriyle ziyaretçilerini ağırlıyor. Prag’ın tarihine, kültürüne ve Avrupa sanatına ilgi duyuyorsan, burası tam anlamıyla bir hazine kutusu. İçeride 17. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar uzanan dönemlere ait tablo ve grafik koleksiyonları yer alıyor. Fransız, Alman ve Orta Avrupa sanatçılarına ait eserler kadar Çek sanatının önemli örneklerini de yakından görmek mümkün.
Golz-Kinský Sarayı sadece sanat için değil, tarih meraklıları için de anlamlı bir durak. Bina aynı zamanda Franz Kafka'nın çocukluğunun geçtiği yer. Hatta babası burada bir dükkan işletmiş; bu yüzden Kafka’nın hayatına dair izler arıyorsan bu bina sana bir sürpriz gibi gelecek. İçerideki sergi alanları çok büyük değil ama düzenli ve ferah. Özellikle modern sunum teknikleri ve bilgilendirici panolar sayesinde sanatla mesafesi olan bir ziyaretçi bile buradan keyif alarak ayrılıyor. Sessiz ve kalabalıktan uzak bir mola için ideal bir durak — hem Eski Şehir’in göbeğinde olup hem de böylesine huzurlu olabilen nadir yerlerden biri.
7. Jan Hus Heykeli

Prag Eski Şehir Meydanı’nda dolaşırken tam ortada, etrafı meraklı turistlerle çevrili, ciddi ama bir o kadar da gururlu bir figür görürsün: Jan Hus Heykeli. Kollarını iki yana açmış gibi duran bu bronz heykel, sadece bir sanat eseri değil; Çek halkının özgürlük mücadelesinin, direnişinin ve düşünce özgürlüğüne olan inancının simgesi. Jan Hus, 15. yüzyılda yaşamış bir din adamı, reformcu ve halk kahramanıydı. Katolik Kilisesi’nin yozlaşmasına karşı çıkması nedeniyle kilise tarafından aforoz edildi, ardından 1415 yılında diri diri yakılarak idam edildi. Ancak ölümü, bir son değil bir başlangıç oldu. Arkasından gelen Hussit hareketi, Bohemya tarihinde derin izler bıraktı ve Jan Hus, yüzyıllar boyunca Çek ulusal kimliğinin sembolü haline geldi.

Bu görkemli heykel, 1915 yılında —yani Jan Hus’un ölümünün 500. yılında— inşa edilmiş. Eser, heykeltıraş Ladislav Šaloun’un imzasını taşıyor. Heykelin altında yer alan taş kaidede, Hus’un fikirlerini destekleyen köylüler, sürgündeki protestocular ve özgürlük için savaşan figürler de yer alıyor. Yani bu sadece bir tek kişilik anıt değil; aynı zamanda bir halk hikayesinin taşa kazınmış hali gibi. Heykelin çevresinde oturup biraz dinlenmek, tarih üzerine düşünmek ya da sadece meydanın atmosferini içselleştirmek için harika bir durak. Özellikle akşam saatlerinde, heykelin üstüne vuran yumuşak ışıklarla birlikte, Jan Hus’un sessiz ama güçlü duruşu daha da etkileyici hale geliyor.
8. Eski Şehir Köprüsü Kulesi

Karl Köprüsü’nün Eski Şehir tarafındaki girişinde yükselen, gotik mimarinin adeta bir taş heykel gibi dimdik duran yapısı: Eski Şehir Köprüsü Kulesi. Burası sadece bir geçit değil, geçmişten bugüne uzanan bir zaman kapısı gibi. 14. yüzyılda Kral IV. Karl döneminde inşa edilen kule, Prag’a gelenlerin orta çağ dünyasına ilk adımını attığı noktalardan biri sayılıyor. Gotik kemerinin altından geçerken sanki bir şövalye ya da tüccar hemen yanınızdan çıkacak gibi hissediyorsunuz. Dış cephesindeki süslemeler, kralları ve azizleri betimleyen heykellerle bezeli — özellikle yukarı baktığında IV. Karl’ın ihtişamını ve dini gücünü yansıtan semboller dikkat çekiyor.
Ama asıl güzellik kuleye çıkınca başlıyor! Dar taş merdivenleri tırmandığında ödülün muazzam bir manzara oluyor: Altın Çatı’lı Prag şehri, Karl Köprüsü’nün tahta gibi uzanan gövdesi, Vltava Nehri’nin kıvrımları ve karşı kıyıdaki Malá Strana’nın kırmızı kiremitli evleri… Güneşli bir günde buradan manzara adeta kartpostal gibi. Özellikle sabah erken saatlerde veya gün batımında çıkarsan, kalabalıktan uzakta bu manzaranın keyfini daha sakin bir şekilde çıkarabilirsin. Ayrıca kule içinde küçük bir sergi alanı da var; burada kulenin tarihine ve köprünün yapımına dair ilginç bilgiler bulmak mümkün. Eski Şehir tarafında gezilecek yerlerin tam ortasında olduğundan, mutlaka kısa bir zaman ayırıp çıkmanı öneririm — Prag’ı yukarıdan izlemek, bu büyülü şehri daha da unutulmaz kılıyor.
9. Charles Köprüsü

Prag’ın kalbinde yer alan Charles Köprüsü (Karl Köprüsü olarak da biliniyor), sadece bir köprü değil, adeta zamanın durduğu, tarihle iç içe yürüyebileceğiniz büyüleyici bir geçit. 1357 yılında Kral IV. Karl tarafından yaptırılmaya başlanmış ve 15. yüzyılda tamamlanmış olan bu taş köprü, Eski Kent ile Prag Kalesi’ni birbirine bağlıyor. Üzerinde yürürken gotik kuleler ve barok heykellerin gölgesinde ilerliyorsunuz; özellikle sabahın erken saatlerinde ya da gün batımında burası gerçeküstü bir atmosfere bürünüyor.

Köprüyü süsleyen 30 aziz heykeli arasında en meşhuru, köprüden aşağı atıldığı rivayet edilen Aziz John Nepomuk’a ait olanı. Hatta heykelin altındaki parlayan pirinç plakaya dokunursanız, dileğinizin gerçekleşeceğine inanılıyor. Günümüzde Charles Köprüsü adeta bir açık hava festivali gibi sokak müzisyenleri, ressamlar, takı satıcıları ve nehrin üstünde süzülen huzurlu manzara bu deneyimi unutulmaz kılıyor. Kalabalıktan kaçmak isterseniz sabah gün doğarken ya da akşam üzeri altın saatlerde orada olmanızı öneririm. Hem fotoğraf çekmek hem de Prag’ın ruhunu en saf haliyle hissetmek için eşsiz bir zaman dilimi. Tarihi, efsaneleri ve bugünkü enerjisiyle Charles Köprüsü, sadece Prag’ın değil, Avrupa’nın da en etkileyici simgelerinden biri.

Eğer Prag’a kış aylarında, özellikle de Advent döneminde (Kasım sonu – Aralık başı) yolunuz düşerse, Charles Köprüsü civarında tanık olabileceğiniz büyülü bir ritüel var: gaz lambalarının yakılışı. Düşünün; hava yavaş yavaş kararıyor, şehrin üstüne tatlı bir soğuk çöküyor ve bir anda elinde uzun bir çubukla gelen geleneksel kıyafetli bir lambacı, lambaları tek tek yakmaya başlıyor. Özellikle Charles Köprüsü ve Kampa Adası çevresindeki bu eski gaz lambaları, günümüzde hala manuel olarak yakılıyor ve bu işlem sanki Viktorya döneminden kalma bir sahne gibi huzur dolu bir atmosfer yaratıyor. Lambaların tek tek yanmasıyla birlikte, köprü turuncu ve sarı tonlara bürünüyor; Vltava Nehri üzerindeki yansımalarla adeta bir tabloya dönüşüyor. Modern hayatın hızından sıyrılıp birkaç dakika boyunca geçmişe dokunmak gibi bir his… Eğer bu ana denk gelirseniz, sadece Prag’ı değil, zamanı da yavaşlatmış gibi hissedeceğinize eminim.
10. Barut Kalesi

Eski Kent'in girişinde yükselen bu gotik kule, 15. yüzyılda inşa edilmiş ve adını 17. yüzyılda barut deposu olarak kullanılmasından almış. Önceleri şehir surlarının bir parçası olan bu kule, kralların taç giyme törenlerinde Prag Kalesi’ne yürüdükleri Kraliyet Yolu’nun da başlangıç noktasıydı. Yani zamanında, tahta çıkacak kral bu kapıdan geçmeden yolculuğuna başlayamazdı!

Kule, gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri; ince işlenmiş süslemeleri, kuleyi çevreleyen heykelleri ve sivri çatısıyla tam bir Orta Çağ masalı gibi. İçerideki dar merdivenleri tırmanarak tepeye çıktığınızda, Eski Şehir’in çatılarına ve Charles Köprüsü’ne kadar uzanan harika bir manzara sizi bekliyor. Üstelik kule akşam saatlerine kadar açık olduğu için, gün batımında Prag'ı tepeden izleme şansınız da var.
11. Belediye Sarayı (Obecni Dum)

Prag’a gelip de Belediye Sarayı’nı (Obecní Dům) görmeden dönmek, bence büyük kayıp olur! 1911 yılında tamamlanmış bu zarif yapı, hem dışıyla hem de iç mekanıyla insanı büyülüyor. Art Nouveau tarzında inşa edilen bu bina, şehrin kültürel kimliğini en güzel şekilde yansıtıyor. Dışarıdan bakınca, her köşesinde o ince oymalar, heykeller ve zarif detaylarla karşılaşıyorsunuz; sanki bir sanat galerisinin önündeymiş gibi hissediyorsunuz. Ama en özel kısmı, binanın içindeki atmosfer. İçeri girdiğinizde, Alfons Mucha’nın ünlü freskleriyle süslenmiş duvarlar ve tavanda dans eden desenlerle sarmalanmış bir dünyaya adım atıyorsunuz. Bu, bir şekilde sanata dair bir yolculuğa çıkmak gibi.

Tabii ki, burası sadece bir bina değil, Prag’ın kültürel kalbinin attığı yerlerden biri. Özellikle Smetana Salonu, şehrin en prestijli konser salonlarından biri olarak, klasik müzik severler için adeta bir cennet. Bu salonda düzenlenen konserler, akustiğiyle dünyaca ünlü; bir performansı izlerken kendinizi adeta bir masalın içinde bulabilirsiniz.
Eğer Prag’da bir şeyler keşfetmeye, kültürle iç içe olmaya meraklıysanız, Belediye Sarayı’nı gezmek hem tarih hem de sanat dolu bir deneyim olacak. Ayrıca binanın içinde bir kafeye uğrayıp bir kahve içmek de işin bonusu! Hem gözünüz, hem ruhunuz doyar.
12. Klementinum

Klementinum, Prag’ın en büyüleyici ve etkileyici yapılarından biri; hem tarihi hem de atmosferiyle tam anlamıyla bir zaman yolculuğu vadediyor. Eski Kent'in kalbinde yer alan bu devasa barok kompleks, 11. yüzyıldan itibaren eğitim, bilim ve din alanlarında önemli bir rol oynamış. Başlangıçta bir Cizvit koleji olarak kurulan Klementinum, daha sonra Astronomik Gözlemevi, hava durumu ölçümlerinin yapıldığı bilim merkezi ve en önemlisi milli kütüphane olarak kullanılmaya başlanmış. Hala Çek Ulusal Kütüphanesi’ne ev sahipliği yapıyor.
Ama asıl büyüleyici kısmı: Barok Kütüphane Salonu. İçeri adım attığınız anda, yüksek tavanlar, ahşap oymalı raflar, fresklerle bezeli duvarlar ve sıralanmış yüzlerce eski ciltli kitap karşılıyor sizi. Adeta Harry Potter filmlerinden fırlamış gibi! Zaten burası, dünyanın en güzel kütüphanelerinden biri olarak kabul ediliyor. Ne yazık ki kitapların olduğu salona ziyaretçiler doğrudan giremiyor, ama rehberli turlar sırasında cam bölmeden içeri bakılabiliyor.

Kompleksin bir diğer yıldızı da Astronomik Gözlem Kulesi. 1720’lerden bu yana kesintisiz meteorolojik ölçümlerin yapıldığı bu kuleye çıktığınızda hem şehrin çatılarını hem de Vltava Nehri’ni tepeden görebiliyorsunuz. Merdivenler biraz dar ve eski ama manzara kesinlikle uğraşa değiyor.
Klementinum, Prag’da genellikle Charles Köprüsü ve Eski Şehir Meydanı arasında yürürken biraz gölgede kalır ama aslında şehrin ruhunu ve entelektüel geçmişini en derinden yansıtan yerlerden biridir. Eğer kitaplara, tarihe ve sessiz ama görkemli atmosferlere ilgi duyuyorsanız, mutlaka uğramalısınız.
Online bilet için resmi web sitesi burası.
13. Dans Eden Ev

Prag’da gezilecek tarihi yerler elbette çok ama şehre özgü modern mimariyi görmek isterseniz, Dans Eden Ev’i (Tančící dům) kesinlikle listenize eklemelisiniz. 1996’da tamamlanan bu bina, şehre gelen herkesin gözünü üzerinde toplayan, oldukça dikkat çekici bir yapı. İsminden de anlaşılacağı gibi, adeta dans eden bir çift gibi! Bir tarafı dikey, sabit ve sağlam duruyor; diğer tarafı ise sanki dans eden bir figür gibi eğilmiş ve hareket ediyor. Görünüşü o kadar etkileyici ki, farklı açılardan baktığınızda gerçekten de hareket ediyormuş gibi hissediyorsunuz.

Bu ilginç yapıyı Frank Gehry ve Vlado Milunić tasarlamış ve binaların modernizmini o kadar güzel yakalamışlar ki, Prag’ın tarihi atmosferinin içinde birden modern bir dokunuş yaratmışlar. Ancak asıl harika olan şey, bu binanın sadece dış yapısıyla değil, iç mekanıyla da dikkat çekmesi. Binanın üst katlarında yer alan restoranlar ve kafeler, şehri yüksekten izlerken, bir fincan kahve ya da bir akşam yemeğiyle bu eşsiz manzaranın tadını çıkarabileceğiniz harika bir atmosfer sunuyor.
Dans Eden Ev, modern mimarinin Prag’daki en ilginç örneklerinden biri ve şehre biraz daha modern bir gözle bakmak isteyenler için mükemmel bir durak. Fotoğraflarla dolu bir gezinin ardından, binanın içindeki kafede dinlenirken şehri farklı bir açıdan görmek harika bir deneyim olacak.
14. Josefov Yahudi Mahallesi

Gotik kulelerin, pastel renkli binaların, tarihi sinagogların arasında yürürken yalnızca taş sokaklarda değil, yüzyıllık bir tarihin içinde de yol alıyorsunuz. Josefov, adını İmparator II. Joseph’ten almış ve asırlardır Prag’daki Yahudi topluluğunun yaşadığı yer olmuş.
Josefov Mahallesi'ni gezerken fark ettiğim bir diğer şey; şehirdeki en lüks markaların burada oluşuydu. Louis Vuitton, Gucci, Prada, Cartier, Hermès, Rolex gibi dünya markalarının mağazaları sıralanıyor. Yani hem vitrinlere bakarken keyif alıyorsun hem de sokakta yürümek bile ayrı bir zevk. Josefov’un bu kısmı, hem tarihi dokuyu hem de modern lüksü bir arada sunuyor diyebiliriz.
15. Josefov Mahallesi - Eski Yeni Sinagog

Mahallede gezilecek yerlerin başında gelen Eski Yeni Sinagog (Staronová synagoga), 13. yüzyıldan kalma ve Avrupa’daki en eski sinagoglardan biri. İçeri girdiğinizde, kalın taş duvarlar ve alçak kemerler arasında sanki zaman durmuş gibi bir his veriyor. Rivayetlere göre, efsanevi “Golem”in kalıntıları bile bu sinagogun tavan arasında saklanıyor! Tabii bu hikayenin doğruluğu bilinmez ama, o mistik hava gerçekten hissediliyor.
16. Josefov Mahallesi - İspanyol Sinagogu

Josefov Mahallesi’nde bulunan bir diğer yer ise İspanyol Sinagogu. Moorish (Endülüs-Arap) tarzında inşa edilen sinagog, 19. yüzyılda yapılmış ve adını, İspanya’dan sürülen Sefarad Yahudilerine ithafen almış.
Bugün sinagog müze olarak kullanılıyor; içeride Yahudi tarihine ve müziğine dair sergiler var.
17. Josefov Mahallesi - Maisel Sinagogu

Josefov Yahudi Mahallesi’nde gezerken karşınıza çıkan Maisel Sinagogu, diğer sinagoglara göre biraz daha sade. 16. yüzyılda zengin bir tüccar olan Mordechai Maisel tarafından yaptırılmış. O dönemde Yahudi topluluğunun en etkili figürlerinden biriymiş ve bu sinagog da onun adını taşıyor.
18. Josefov Mahallesi - Eski Yahudi Mezarlığı

Burası 15. yüzyıldan kalma ve yaklaşık 12 bin mezar taşı barındırıyor; ama aslında burada yatanların sayısı bunun çok daha fazlası. Çünkü o dönem Yahudi topluluğuna başka bir mezarlık alanı verilmediği için mezarlar kat kat üst üste yapılmış — bazı yerlerde 10 kata kadar çıktığı söyleniyor. En bilinen mezar, Yahudi mistisizminin önemli isimlerinden olan Rabi Loew’e ait. Hani şu Golem efsanesiyle anılan meşhur haham.
Mezarlık tek başına gezilemiyor; genellikle Yahudi Müzesi bileti kapsamında ziyaret ediliyor. Bu biletle sinagoglar, İspanyol Sinagogu, Maisel Sinagogu ve Yahudi Belediye Binası gibi yerleri de gezebiliyorsunuz.
Ücret: 500–600 CZK civarında (öğrenci ve çocuklar için indirimli)
İçeride fotoğraf çekmek isterseniz ekstra ücret talep ediliyor (yaklaşık 100 CZK).
19. Prag Kalesi

Şehri gezmeye başladığınızda, bu ihtişamlı yapıyı fark etmemeniz mümkün değil. Vltava Nehri’nin yukarısındaki tepede gururla duran kale, sanki masallardan fırlamış gibi. Ama sadece uzaktan bakmak yetmez içine girince bambaşka bir dünya açılıyor.
Dünyanın en büyük kale kompleksi olarak geçen Prag Kalesi, aslında sadece bir kale değil; iç içe geçmiş bir şehir gibi. Yüzyıllar boyunca Çek krallarına, Roma imparatorlarına ve şimdi de Çekya Cumhurbaşkanı’na ev sahipliği yapmış. İçeride yürürken adeta tarihin katmanları arasında geziniyorsunuz.

En dikkat çeken yapılardan biri, elbette ki gotik mimarisiyle göz kamaştıran Aziz Vitus Katedrali. Dışarıdan baktığınızda o sivri kuleler zaten sizi çağırıyor; içeri girdiğinizde ise vitraylar, yüksek tavanlar ve kraliyet mezarları büyülüyor. Katedralin kulesine çıkarsanız, tüm Prag ayaklarınızın altında!
Kale içinde ayrıca Eski Kraliyet Sarayı, Aziz George Bazilikası, Altın Yol (Zlatá ulička) gibi bölümler var. Altın Yol ise benim favorim minik renkli evler, dar sokak, tarihi dükanlar... Franz Kafka’nın bir dönem burada yaşadığını öğrenince insan daha da heyecanlanıyor.
Prag Kalesi’ni gezmek, sadece bir tarihi yapıyı görmek değil; bir zaman makinesine binip Orta Çağ’dan modern çağa kadar uzanan bir yolculuk gibi. Eğer vaktiniz varsa, sabah gidin ve öğleden sonraya kadar tadını çıkarın. Her köşesi ayrı bir hikaye anlatıyor.
20. Aziz Vitus Katedrali

Gotik mimarinin en görkemli örneklerinden biri olan bu katedral, sadece dini bir yapı değil; aynı zamanda Çekya’nın kalbi gibi. Dışarıdan baktığınızda sivri kuleleri, oymalı detayları ve devasa vitray pencereleriyle gerçekten nefes kesici. İçeri girdiğinizde ise kelimenin tam anlamıyla büyüleniyorsunuz. Işıkla dans eden vitraylar, dev taş sütunlar ve yankılanan sessizlik… İnsan ister istemez yavaşlıyor ve başını yukarı kaldırıp uzun uzun bakakalıyor.

Katedralin içinde Çek krallarının mezarları, Aziz Wenceslas Şapeli, devasa bir org ve kraliyet tacının saklandığı kutsal bir oda var. Ve eğer enerji topladıysanız, yaklaşık 280 basamaklı kuleye tırmanabilir, şehri tepeden izleyebilirsiniz kesinlikle buna değer!
Burası sadece mimarisiyle değil, hissettirdikleriyle de etkileyici. Hem görkemli hem de huzur dolu. Prag’a gelen herkesin mutlaka uğraması gereken yerlerden biri. Zaten gitmeden şehri tanıdım demek biraz zor :)
Ziyaret Saatleri: Yaz dönemi (Nisan–Ekim): 09:00 – 17:00
Kış dönemi (Kasım–Mart): 09:00 – 16:00
Katedralin ön kısmına ücretsiz girebilirsiniz. Ancak şapeller, kraliyet mezarları ve kule gibi bölümler için biletli giriş gerekiyor (Kale biletiyle birlikte)
Online bilet için resmi web sitesi burası.
21. Eski Kraliyet Sarayı

Aziz Vitus’un gölgesinde kalmasına rağmen, Eski Kraliyet Sarayı (Starý královský palác) aslında kaledeki en köklü yapılardan biri. Burası yüzyıllar boyunca Bohemya krallarının ikametgahı olmuş ve Çek krallığının kalbi burada atmış.

Sarayın içine adım attığınızda sizi ilk olarak devasa ve görkemli Vladislav Salonu karşılıyor. Tavan yüksekliği, taş işçiliği ve o gotik sütunlar... Bir anda kendinizi bir taç giyme törenine ya da kraliyet balosuna ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. Hatta zamanında bu salon o kadar genişmiş ki, içeride atlı turnuvalar bile düzenleniyormuş!
Sarayın diğer bölümlerinde eski mahkemeler, kraliyet odaları ve devlet törenlerinin yapıldığı alanlar gezilebiliyor. Ayrıca binanın içinden katedrale ve kale meydanına açılan gizli geçitler olduğunu öğrenince, insanın hayal gücü iyice çalışmaya başlıyor.
Ziyaret Saatleri: Yaz dönemi (Nisan–Ekim): 09:00 – 17:00
Kış dönemi (Kasım–Mart): 09:00 – 16:00
Giriş: Kale kombin biletine dahil (Tek başına ziyaret edilemiyor)
22. Aziz George Bazilikası

Prag Kalesi’nin içinde görkemli katedrallerin ve sarayların gölgesinde kalan ama kendine has sade güzelliğiyle dikkat çeken bir yapı var: Aziz George Bazilikası. Gotik değil, ihtişamlı da değil… Ama taş duvarlarına sinmiş o eski zaman havası ve dingin atmosferiyle sizi başka bir zamana götürüyor.

Bu bazilika, 10. yüzyıla kadar uzanan geçmişiyle Prag’daki en eski kiliselerden biri. Dışarıdan baktığınızda kırmızımsı rengi ve barok cephesiyle hemen dikkat çekiyor. İçeri girdiğinizdeyse sizi sade ama çok etkileyici bir Romanesk mimari karşılıyor. Tavan alçak, taş duvarlar sade, süsleme yok denecek kadar az… Ama işte tam da bu yalınlık, bazilikayı özel kılıyor.
Bazilikanın içinde Bohemya kraliyet ailesine ait mezarlar yer alıyor, özellikle de Aziz Ludmila’nın mezarı, halk arasında oldukça saygı görüyor. Akustiği mükemmel olduğu için bazen klasik müzik konserlerine de ev sahipliği yapıyor.
Giriş: Kale kombin biletine dahil.
Ziyaret Saatleri: Yaz dönemi (Nisan–Ekim): 09:00 – 17:00
Kış dönemi (Kasım–Mart): 09:00 – 16:00
23. Altın Yol

Prag Kalesi'nin içinde yürürken bir anda sanki başka bir dünyaya ışınlanmış gibi oluyorsunuz. Çünkü karşınıza çıkan o küçücük, rengarenk evlerle dolu daracık sokak, gerçekten de masal kitaplarından fırlamış gibi: Altın Yol, yani Zlatá ulička.
Bu minik evler 16. yüzyılda kale muhafızları ve hizmetkârları için yapılmış. Ama zamanla, buraya yerleşen simyacıların "altın yapmaya çalıştığı" söylentileri yayılmış. Gerçek midir bilinmez ama o günden sonra sokağın adı Altın Yol kalmış. Yani ismini simyacılardan, ama şöhretini güzelliğinden alıyor desek yeridir.

Sokağın en çok ilgi gören evi şüphesiz 22 numara. Çünkü burada bir dönem Franz Kafka, kız kardeşinin yanında kalmış. O küçük pencereden dışarıyı izleyip, kendi iç dünyasını yazılarına döktüğünü hayal etmek çok kolay.
Bugün bu evlerin çoğu minik müze, hediyelik eşya dükkanı ya da dönem kostümleri sergilenen nostaljik alanlara dönüştürülmüş. Hele ki kışın karla kaplandığında veya ilkbaharda güneş vurduğunda bambaşka bir güzelliğe bürünüyor.
24. Ulusal Galeri Sternbersky Sarayı

Prag'da sanatseverler için çok özel bir yer: Ulusal Galeri Sternbersky Sarayı. Prag Kalesi'nin hemen yakınında, Hradčany bölgesinde yer alan bu saray, sadece mimarisiyle değil, içerdiği sanat koleksiyonlarıyla da dikkat çekiyor. Sternbersky Sarayı, 17. yüzyılda inşa edilmiş ve Bohemya soylularından Sternberg ailesine aitmiş. Şimdi ise bu tarihi bina, Çek sanatının en önemli örneklerini sergileyen bir galeriye dönüştürülmüş.
Sarayın içindeki koleksiyonlar, Orta Çağ’dan Barok döneme kadar uzanıyor. Burada Rönesans ve Barok sanatına ait eserler en dikkat çekici parçalar arasında. Flandre, İtalya ve Hollanda’dan gelen sanatçılara ait tablolar, özellikle Caravaggio ve Rubens gibi ünlü isimlerin eserleri burada görülebiliyor. Aynı zamanda Bohemya sanatçılarına ait çok değerli eserler de mevcut. Eğer tarihi, sanatı ve mimariyi bir arada keşfetmek isterseniz, bu saray ideal bir durak.
Giriş: Bireysel bilet veya Ulusal Galeri’nin tüm koleksiyonları için geçerli kombine bilet.
Ücret: Kombine bilet 250–350 CZK
Ziyaret Saatleri: Yaz dönemi (Nisan–Ekim): 10:00 – 18:00
Kış dönemi (Kasım–Mart): 10:00 – 17:00
25. Strahov Manastırı

Prag'ın Strahov Tepesi'nde, şehre yukarıdan bakan, huzur dolu bir atmosferin içinde yer alan Strahov Manastırı, sadece dini bir yapı olmanın çok ötesinde. 12. yüzyıldan günümüze uzanan köklü bir geçmişe sahip olan bu manastır, Cizvitler tarafından kurulmuş ve hem tarihi hem de kültürel açıdan büyük öneme sahip.
Manastırın içindeki Strahov Kütüphanesi, Prag’ın en görkemli kütüphanelerinden biri olarak biliniyor. Girişte karşılaştığınız o büyük, ahşap raflar ve paha biçilemez eski kitaplar, adeta birer sanat eseri gibi… Özellikle Felsefe Salonu ve Teoloji Salonu, inanılmaz tavan freskleri ve detaylı oymalarıyla hayranlık uyandırıyor. Sadece bir kütüphane gezisi değil, tarihin derinliklerine inen bir yolculuk gibi hissettiriyor.

Manastırın bir diğer dikkat çeken yeri ise Strahov Bazilikası. Bu zarif yapının içi, barok sanatının en güzel örneklerini sunuyor. Bazilika, altın varaklarla süslü, ihtişamlı bir iç mekana sahip ve Aziz Norbert’in mezarı burada yer alıyor.
26. Novy Svet

Eğer Prag’da turistik kalabalıklardan biraz uzaklaşıp sessiz, nostaljik bir mahallede kaybolmak isterseniz, seni Novy Svet’e alalım. Türkçeye "Yeni Dünya" olarak çevrilebilecek bu minik mahalle, Prag Kalesi'nin hemen arkasında, turistlerin pek de uğramadığı, ama uğrayanın da âşık olduğu bir yer.
Burası öyle büyük yapılarla dolu değil; tam tersine, daracık sokaklar, renkli, alçak evler ve taş kaldırımlar var. Evlerin numaraları değil, geleneksel sembollerle (mesela “Altın Üzüm”, “Kırmızı Aslan”) işaretlendiğini görmek çok hoş bir detay. Sanki masal kitaplarından çıkmış gibi… Bazı evlerin duvarlarına sarmaşıklar tırmanmış, pencere kenarlarında çiçekler açmış. Sokakta yürürken kulağınıza kuş sesleri ve arada bir eski Prag evlerinin pencerelerinden sızan kahve kokuları geliyor.
Zamanında bu mahalle, saray çalışanlarının, sanatçıların ve zanaatkarların yaşadığı bir yermiş. Hatta rivayete göre Danimarkalı gökbilimci Tycho Brahe bir dönem burada kalmış.
Bugün Novy Svet hala oldukça sakin. Mahallede birkaç küçük kafe ve sanat galerisi dışında pek bir şey yok ama işte tam da bu yüzden seviliyor. Yokuş yukarı çıkmayı göze alırsan, Prag’ın büyüleyici bir yüzünü, turist karmaşasından uzak ve çok daha özgün haliyle görebilirsin.
27. Wallenstein Sarayı ve Bahçeleri

Şehrin merkezine çok yakın, ama bir o kadar da sessiz ve sakin bir köşe burası. Mala Strana bölgesinde, Vltava Nehri kıyısına yakın bir konumda yer alıyor. Üstelik Charles Köprüsü’nden sadece birkaç dakika uzaklıkta.
Bu etkileyici saray, 1600’lerin başında Albrecht von Wallenstein adında oldukça hırslı bir general tarafından yaptırılmış. Amacı mı? Habsburg İmparatoru gibi hissetmek! O yüzden mimariden bahçelere kadar her şey oldukça gösterişli. Sarayın içinde şu anda Çek Senatosu bulunuyor, yani iç mekana her zaman girilemiyor ama dışarıdaki bahçeler tamamen halka açık ve ücretsiz.

Bahçeler kısmı adeta gizli bir cennet gibi. Düzenli çim alanları, zarif heykeller, süs havuzları, serbest dolaşan tavus kuşları! İlk gördüğünde biraz şaşırıyorsun ama o mavimsi renkli tüyleriyle bahçenin havasına adeta uyum sağlıyorlar. En etkileyici kısımlardan biri de salyangoz kabuğunu andıran taş işçiliğiyle ünlü Sala Terrena. Açık sütunlu bu alan, hem fotoğraflık hem de gölgede biraz soluklanmak için harika.
Wallenstein Bahçeleri hem turistlerin hem de Praglıların soluklanma noktası. Hele ki ilkbaharda ya da yaz aylarında gidersen, ağaçların altında oturup kitabını okumak, kuş sesleri eşliğinde küçük bir yürüyüş yapmak burada çok keyifli.
28. Franz Kafka Müzesi

Prag sokaklarında dolaşırken, bir anda kendini Franz Kafka’nın karanlık, biraz da tuhaf dünyasının içinde bulmak istiyorsan, rotanı mutlaka Franz Kafka Müzesine çevir. Vltava Nehri’nin hemen kıyısında, Mala Strana bölgesinde yer alan bu müze, Kafka'nın doğduğu şehirde onun iç dünyasına açılan kapı gibi.
Dışarıdan bakınca çok gösterişli bir bina değil ama içeri girdiğin an atmosfer değişiyor. Loş ışıklar, tedirgin edici ses efektleri ve Kafka'nın hayatına dair belgelerle örülü odalar… Tam anlamıyla Kafkaesk bir deneyim. Müzede yazarın mektupları, el yazmaları, ilk baskı kitapları ve günlükleri sergileniyor. Ayrıca dönemin Prag’ına ait haritalar, fotoğraflar ve Kafka’nın yaşadığı yerlerin maketleriyle, onun bu şehirle nasıl garip bir ilişki kurduğunu da görebiliyorsun.
Her şey oldukça sade ama etkileyici. Kafka’nın içsel çatışmalarını ve yalnızlığını iliklerine kadar hissediyorsun. Zaman zaman “Ben burada ne hissediyorum acaba?” diye kendine sorduğun bir deneyim oluyor. Kafkavari işte…
Ve tabii dışarı çıktığında seni David Cerny’nin meşhur ‘işeyen adamlar’ heykeli karşılıyor. Cerny bu eseriyle, bürokrasiye, siyasi sisteme ve Çek kimliğine dair ironik bir eleştiri yapıyor. Hem düşündürücü hem de fazlasıyla sıradışı. Kafka'nın tuhaf dünyasını tamamlayan ilginç bir dokunuş gibi.
29. Lesser Town Bridge Tower

Charles Köprüsü’nün Mala Strana (Lesser Town) tarafında yükselen bu gotik kule, adeta köprünün küçük ama gururlu bekçisi gibi. İsmi biraz uzun ve resmi dursa da, atmosferi hiç öyle değil. Gotik mimarinin en güzel örneklerinden biri olan Lesser Town Bridge Tower, hem tarihi hem de Prag’ın büyüleyici silüetine açılan şahane bir manzara noktası.
Kule aslında iki parçadan oluşuyor: biri daha uzun, gotik tarzda olan ana kule (14. yüzyıldan kalma) ve diğeri daha sade, romanesk stilde olan ve 12. yüzyıldan gelen daha eski bir kule. Bu ikili zamanla birleştirilmiş. Kısacası Prag'ın farklı tarih katmanları, burada yan yana durmuş gibi hissediliyor.
İçine girip merdivenleri tırmandığında (biraz efor istiyor ama kesinlikle değiyor), seni Vltava Nehri, Charles Köprüsü’nün taş heykelleri ve karşı kıyıdaki Eski Şehir manzarası karşılıyor. Hele gün batımına yakın gidersen, altın sarısı ışıklarla Prag adeta tabloya dönüşüyor. Bu kule, zamanında köprüyü ve şehri savunmak için yapılmış ama bugün sadece fotoğraf severlerin ve romantik Prag aşıklarının uğrak noktası.
30. Prag’ın En Dar Sokağı

Burası öyle bir sokak ki, adı bile yok! Genelde “Prag’ın en dar sokağı” ya da Çekçede "Nejužší ulička" diye anılıyor. Malá Strana bölgesinde, Charles Köprüsü’ne çok yakın, biraz gizli saklı bir köşe ama oraya vardığında kesinlikle gülümsetecek bir detayla karşılaşıyorsun: yayalar için trafik ışığı!
Evet, yanlış duymadın. Bu sokak öyle dar ki (sadece yaklaşık 50 cm genişliğinde), aynı anda iki kişi geçemiyor. Bu yüzden her iki girişine de yaya trafik lambası konmuş. Kırmızı yanıyorsa bekliyorsun, yeşil yanınca yürüyorsun. Küçük bir macera gibi. Hele arkadaş grubunla gittiysen sırayla girip çıkmak bayağı eğlenceli oluyor.
Sokağın sonunda ise seni küçük bir ödül bekliyor: Certovka restoranının nehir kenarına bakan minik terası. Sokaktan geçip bu terasa ulaştığında bir anda geniş, ferah bir manzarayla karşılaşmak oldukça hoş bir kontrast yaratıyor.
31. John Lennon Duvarı

Prag’ın Mala Strana semtinde, Vltava Nehri’ne yakın sakin bir sokakta yer alan bu renkli duvar, aslında sıradan bir taş duvarmış... ta ki 1980’de The Beatles üyesi John Lennon öldürülene kadar. Gençler, özgürlük ve barış özlemlerini dile getirmek için duvara John Lennon’un yüzünü ve şarkı sözlerini çizmeye başlamış. Bu, komünist dönemde pek de hoş karşılanan bir durum değildi. Duvar defalarca temizlendi ama her defasında gençler geri dönüp yeni mesajlar yazdı. Yani aslında bu bir tür sessiz isyan duvarıydı.
Bugün duvar, barış, sevgi ve özgürlük mesajlarıyla dolu rengarenk bir tuvale dönüşmüş durumda. Her gelen bir şeyler yazıyor, çiziyor, bırakıyor. Üstelik duvar her geçen gün değişiyor çünkü sürekli üzerine yeni katmanlar ekleniyor. Burası tam anlamıyla yaşayan bir sanat eseri gibi. Ve evet, arka planda hafif Beatles ezgileri çalan sokak müzisyenleri de atmosferi tamamlıyor.
32. Vrtba Bahçesi

MalaStrana'nın dar sokakları arasında yürürken bir anda gözünden kaçabilecek kadar gizli ama içine girdiğinde "vay be!" dedirtecek bir yer: Vrtba Bahçesi. Barok tarzın en güzel örneklerinden biri olan bu bahçe, 18. yüzyılda yapılmış ve o dönemin aristokratlarına aitmiş. Şimdiyse bizim gibi meraklı gezginlerin huzur durağı olmuş durumda.
Bahçe aslında yamaçlı bir yapıya sahip ve üç katlı teras sistemiyle yukarı doğru tırmanıyor. Her terasta sizi süslü heykeller, manikürlü çalılar ve küçük sürpriz köşeler karşılıyor. Yavaş yavaş yukarı çıktıkça, arkanda kalan Prag çatılarının o muhteşem kırmızı panoraması gözünüze seriliyor. Yukarıdaki manzara, özellikle gün batımında enfes!
En güzel yanı mı? Burası genelde çok kalabalık olmuyor. Bu yüzden “şehrin ortasında kendine ait bir bahçen varmış gibi” hissettiren nadir yerlerden. Düğün fotoğraflarının da vazgeçilmez mekanı burası; bahçede dolaşırken bir gelin-damat çekimiyle karşılaşman an meselesi :)
Giriş Ücreti: 100–150 CZK
Ziyaret Saatleri: Nisan – Ekim arası açık (kışın kapalı), genelde 10:00–18:00
33. Kampa Adası

Kampa Adası, Prag’ın tam göbeğinde ama aynı zamanda şehrin karmaşasından izole küçük bir cennet gibi… Charles Köprüsü’nün hemen yanı başında yer alıyor ama köprünün kalabalığından bir adım uzaklaştığında kendini bambaşka bir dünyada buluyorsun. Vltava Nehri'nin ortasındaki bu yeşillikler içindeki ada, hem yerel halkın hem de turistlerin nefes aldığı bir mola noktası aslında.
Kampa Adası’nda nehir kenarında dönen o büyük tahta çark var ya işte o, eski Sova Değirmeni’ne ait! Bu çark aslında 15. yüzyıldan kalma tarihi bir su değirmeninin parçasıydı. O dönemlerde Vltava Nehri üzerindeki akıntı gücüyle çalışıyor, un üretimi gibi günlük işlerde kullanılıyordu. Bugünse artık aktif değil ama restore edilip yerinde bırakılmış. Yani dönüyor gibi görünüyor ama sadece görsel bir hatırlatma olarak varlığını sürdürüyor.
Bu su çarkı hem nostaljik hem de romantik bir detay gibi... Hemen yanında ahşap bir balkon var, oradan suya bakmak inanılmaz huzurlu. Üstelik bu yapı, Museum Kampa’nın da bir parçası sayılıyor çünkü müze tam da o eski değirmen binasında yer alıyor. Yani sanat, tarih ve doğa bir arada!
34. Wenceslas (Václav) Meydanı

Prag’ın tam kalbinde yer alan ve şehrin tarihini, enerjisini ve ruhunu aynı anda hissedebileceğin capcanlı bir alan. Adı meydan ama aslında uzun bir bulvar gibi... Dükkanlar, restoranlar, kafeler, oteller ve tarihi yapılarla çevrili. Prag’a gelip buradan geçmemek neredeyse imkansız!
Meydan adını, Çek halkının çok sevdiği bir figür olan Aziz Wenceslas’tan alıyor. Meydanın üst ucunda atlı heykelini görebilirsin bu heykel sadece bir sanat eseri değil, aynı zamanda halk için bir buluşma ve protesto noktası. 1968’deki Sovyet işgaline karşı direnişler, 1989’daki Kadife Devrimi’nin ayak sesleri hep bu meydanda duyulmuş. Yani sadece turistik değil, duygusal bir merkez de burası.
Günümüzde Vaclav Meydanı hem alışveriş hem de şehir hayatının merkezi. Zara’dan Dior’a kadar her türlü mağazayı bulabileceğin bir yer. Ama aynı zamanda bir tarih yürüyüşü gibi: Üst taraftaki Çek Ulusal Müzesi (görkemli cephesiyle mutlaka gözünü alır) ve karşısındaki modern vitrinler arasındaki bu tezat, Prag’ın geçmişle bugünü nasıl iç içe yaşadığını gösteriyor.
Özellikle akşam saatlerinde meydan ışıl ışıl oluyor. Sokak sanatçıları, kafelerde oturan insanlar, alışverişten dönenler... Herkes burada bir arada. Hem yaşayan hem yaşanmışlıklarla dolu bir yer. Prag’ın kalbi burada atıyor desek abartmış olmayız.
35. Çek Ulusal Müzesi (Narodni Müzesi)

Eğer şehre tarih ve kültür turu yapmaya gelmişsen, burayı atlamak olmaz. Václav Meydanı’nın üst ucunda, görkemli yapısıyla adeta meydanın bekçisi gibi duruyor. Müzeye adım attığında, hem içerideki koleksiyonların büyüklüğü hem de dışarıdaki mimarinin zarafeti seni etkileyecek.
Müze, 1818 yılında kurulmuş ve bugün hem tarihsel hem de kültürel açıdan Çek Cumhuriyeti'nin geçmişine dair birçok önemli eseri barındırıyor. Doğa tarihi, arkeoloji, sanat ve etnografi gibi çeşitli bölümlerle, her ilgi alanına hitap edecek bir şeyler var. Müzede dinozor fosilleri gibi ilginç eserler bulabileceğin gibi, Çek halkının geleneksel yaşamına dair objeler de sergileniyor.

Dışarıdaki mimari detaylar ise bir başka güzellik. Yapının neoklasik tasarımı, ihtişamlı sütunları ve büyük giriş kapısıyla adeta bir sarayı andırıyor. Meydana bakan cephesi, gerçekten göz alıcı. Müzeye girmeden önce bile fotoğraflarını çekmek isteyeceksin. İçeri girdiğinde ise geniş salonlar, yüksek tavanlar ve etkileyici heykeller seni karşılayacak. Üst katlar ve merdivenler arasındaki gezintin, seni adeta tarihsel bir yolculuğa çıkaracak.

Müzede dikkat çeken bir diğer şey ise sürekli değişen geçici sergiler. Çek kültürüne dair daha derinlemesine bilgi edinmek ya da farklı sanat akımlarını keşfetmek için ideal. Ziyaretçi sayısı bazen çok yoğun olabiliyor ama buraya gelip biraz tarih ve kültürle iç içe olmanın verdiği keyif, kalabalığı gölgede bırakıyor.
Online bilet için resmi web sitesi burası.
36. Ulusal Tiyatro Binası (Narodni Divadlo)

Ulusal Tiyatro Binası (Narodni Divadlo), Prag’ın en prestijli ve tarihi tiyatro binalarından biri. Prag'ın kültürel kimliğinin en önemli sembollerinden biri olan bu muazzam yapı, sadece tiyatroseverler için değil, şehri keşfetmek isteyen herkes için görülmeye değer bir yer.
Bina, 1868 yılında açılmış ve o zamandan beri Çek sanatının, tiyatrosunun ve operasının merkezi haline gelmiş. Ulusal Tiyatro, Çek dili ve kültürüne adanmış bir kültürel tapınak gibi. Çek Cumhuriyeti’nin tarihini, halkını ve kültürünü sahneye taşıyan pek çok unutulmaz eserin ilk kez burada sergilendiği bilinir. Ayrıca Çek operasının ve Çek tiyatrosunun en büyük temsilcilerinin eserleri burada sahnelenmiştir.

Bina, Rönesans, Barok ve Neo-Rönesans tarzlarının birleşimiyle tasarlanmış ve görkemli bir mimariye sahip. Dış cephesi, altınla işlenmiş detaylarla bezenmiş ve ihtişamlı bir görünüm sergiliyor. Özellikle altın kubbe ve zarif heykeller, binanın ne kadar etkileyici olduğunu daha da pekiştiriyor. İçeri girdiğinde ise mermer merdivenler, yüksek tavanlar ve geniş salonlar sana adeta bir tiyatro cennetinde olduğunu hissettiriyor.

Burada sahnelenen gösteriler arasında, Çek edebiyatının klasiklerinden tut, uluslararası operalar ve dans gösterileri gibi çok çeşitli performanslar yer alıyor. Eğer bir gösteriye denk gelirsen, hem muazzam bir performans izlersin hem de bu tarihi atmosferin içinde kaybolursun. Gösterilerin çoğu Çekçe olsa da, bazıları İngilizce altyazılı olabiliyor, bu da yabancı dildeki izleyiciler için bir avantaj.
Ulusal Tiyatro aynı zamanda Prag’ın kültürel hayatının kalbinin attığı bir yer. Eğer tiyatroya ilgin varsa, burada hem tarihi bir yapıyı keşfetmek hem de müzik ve sahne sanatları dünyasında bir yolculuğa çıkmak harika bir deneyim olabilir. Dışarıdan bakıldığında bile büyüleyici olan bu bina, içeri girdiğinde seni adeta başka bir dünyaya taşıyor.
Etkinlik takvimi ve online bilet için resmi web sitesi burası.
37. Jübile Sinagogu

Prag’ın en renkli ve göz alıcı yapılarından biri olan Jübile Sinagogu, ya da diğer adıyla Jeruzalémská Sinagogu, şehirdeki en genç sinagog olmasına rağmen belki de en dikkat çekici olanı. 1906’da, Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph’in tahta çıkışının 50. yılı anısına inşa edilmiş. Dış cephesi o kadar canlı ve detaylı ki, yürürken bir anda karşına çıktığında gözlerini alamıyorsun. Kırmızı-beyaz taş işçiliği, rengarenk vitrayları ve Mağribi tarzı kemerleriyle tam anlamıyla bir görsel şölen sunuyor.
İçeri girdiğinde ise başka bir dünya başlıyor. Altın detaylar, üzüm salkımı desenleri, duvar süslemeleri... Her köşesi ince ince işlenmiş. Ayrıca burası sadece ibadet yeri değil, zaman zaman konserlere de ev sahipliği yapıyor. Bir de üst katta, Prag’daki Yahudi cemaatinin tarihini anlatan küçük bir sergi var.
38. Lejyon Köprüsü

Vltava Nehri üzerindeki o meşhur Prag siluetinin bir başka zarif parçası. Charles Köprüsü kadar turistik olmasa da, kesinlikle kendine özgü bir havası var.
Köprünün geçmişi 19. yüzyıla, yani 1890’lara dayanıyor ve adını, Çek Lejyonları’ndan alıyor. Mimari olarak da oldukça zarif, şehre hakim olan neoklasik havaya uyum sağlıyor ama aynı zamanda kendine has taş kuleleriyle dikkat çekiyor. Özellikle gün batımına doğru buradan yürümek ayrı bir zevk; hem Vltava’nın o tatlı akışını hem de karşı kıyıdaki Prag Kalesi’nin siluetini izlemek için birebir.
Köprünün ortalarında küçük bir yaya yolu, solda ise romantik Vltava kıyısına inen bir yol daha var o yol seni Kampa Adası’na götürüyor. Ayrıca köprünün hemen yanında Slovansky Ostrov (Slav Adası) bulunuyor; burada hem dinlenebilir hem de güzel bir kafede oturup nehri izleyebilirsin. Yani bu köprü, sadece bir geçiş yolu değil, Prag’ı hissetmenin sessiz ve keyifli bir yolu aslında.
39. Hafif Bir Belirsizlik (Slight Uncertainty)

Eğer Museum Kampa civarındaysan, bu bronz heykelle karşılaşman işten bile değil. Heykel, ünlü Çek sanatçı Michal Trpak’a ait ve şehrin klasik mimarisi arasında aniden karşına çıkan bu ilginç modern eser, bir an durup düşündürüyor insanı.
Heykel, şemsiyesinin ucundan sarkarak gökyüzünde süzülen bir adamı tasvir ediyor. Adeta havada asılı kalmış gibi; ne düşüyor, ne de uçuyor. İşte bu yüzden adı “Slight Uncertainty” yani adam da, izleyen de tam olarak ne olduğunu kestiremiyor. Hayatın belirsizliklerini, kararsızlık hâlini, havada asılı kalma hissini çok sade ama etkili bir biçimde anlatıyor. Günlük hayatın koşturmacasında böyle bir sanat eserine rastlamak, insanın ruhuna iyi geliyor.
Heykelin en güzel yanıysa, başını kaldırmadan fark etmemen. Bu yüzden küçük bir ipucu: Museum Kampa civarındaysanız, arada bir gökyüzüne de bakın belki bir adam, incecik bir telin ucunda, hafif bir belirsizlik içinde size göz kırpıyordur.
40. Rue de Paris

Buraya adım attığında hemen fark ediyorsun: geniş kaldırımlar, ağaçlarla süslü bir yol, Art Nouveau ve Neo-Gotik mimarinin zarif örnekleri… Her bina adeta bir mimari tablo. Caddenin iki yanına sıralanmış mağazalar ise tam bir marka şöleni sunuyor. Louis Vuitton, Prada, Dior, Gucci, Rolex gibi dünyaca ünlü markaların vitrinleri burayı küçük bir Prag Champs-Élysées’si haline getiriyor.
41. Nerudova Sokağı

Adını Çek yazar Jan Neruda’dan alan bu yokuşlu, Arnavut kaldırımlı sokak; seni adım adım Prag Kalesi'ne götürürken tarihin içinde yürüyor gibi hissettiriyor. Hem sessiz hem de inanılmaz fotojenik!
Sokakta yürürken göreceğin evler çoğu Barok döneminden kalma ve hemen hepsinin üzerinde bir isim ya da numara yerine semboller var: "Üç Kemanlı Ev", "Altın Aslanlı Ev", "Yeşil Yengeçli Ev" gibi… Bunlar zamanında evlerde yaşayan kişilerin mesleklerini ya da aile armalarını gösteriyormuş. Hala o sembollerle süslü kapılar, pencereler duruyor ve adeta geçmişin hikayelerini fısıldıyor.
Bugün sokakta sanat galerileri, hediyelik eşya dükkanları, kafeler ve küçük butik oteller bulmak mümkün. Ama en güzeli, sadece yürümek ve o eski Prag havasını içine çekmek. Hele sabah saatlerinde ya da gün batımına doğru sessizleştiğinde, adeta başka bir yüzyılda yürüyormuşsun gibi. Eğer Prag’da otantik bir atmosfer yaşamak istersen, Nerudova tam da o sokak. Hem kaleye çıkan en güzel yollarından biri hem de tek başına bile bir seyahat yazısı konusu olacak kadar karakterli bir yer.
42. Loreto

Burası aslında 1600’lü yıllarda yapılmış bir Hristiyan hac merkezi. En dikkat çeken kısmı, merkezinde yer alan “Kutsal Ev” (Santa Casa) – bu, Meryem Ana’nın evi olduğu düşünülen yapının bir replikası ve Loreto’daki ibadetin kalbi. Etrafındaki barok avlu, sütunlu revaklar ve heykellerse her adımda fotoğraf çektirilesi güzellikte.
Ama Loreto’yu Loreto yapan şeylerden biri de çan kulesi! Her saat başı, o meşhur Loreto çanları çalmaya başlıyor ve şehirde yankılanan o naif müzik adeta zamanın akışını yavaşlatıyor. Ayrıca içeride inanılmaz değerli dini objelerin sergilendiği bir hazine odası var. Özellikle elmaslarla bezeli Loreto Hazinesi, göreni gerçekten şaşkına çeviriyor.
43. Letna Parkı

Letna Parkı, Prag’ın en güzel manzaralarından birine ev sahipliği yapan, şehre tepeden bakan geniş ve huzurlu bir yeşil alan. Vltava Nehri’nin hemen kıyısında, Eski Şehir’in biraz yukarısında yer alıyor ve özellikle gün batımında sunduğu panoramik şehir manzarasıyla hem yerel halkın hem de turistlerin favori kaçış noktalarından biri haline gelmiş durumda. Parkta yürüyüş yaparken ya da bir bankta oturup şehri izlerken Prag’ın kırmızı kiremitli çatılarını, köprülerini ve kulelerini seyretmek gerçekten çok keyifli.
Letna Parkı aynı zamanda tarihi bir yer; eskiden dev bir Stalin heykelinin bulunduğu nokta, şimdi devasa bir metronomla süslenmiş. Bu metronom hem geçmişin izlerini taşıyor hem de şehrin modern ruhunu simgeliyor. Parkta bisiklet yolları, paten yapan gençler, piknik yapan aileler ve açık hava kafeleriyle capcanlı bir atmosfer var. Özellikle bahar ve yaz aylarında burası adeta Prag’ın nefes alma noktası oluyor. Bir yandan doğayla iç içe vakit geçirirken diğer yandan Prag’ın tarihiyle ve enerjisiyle bağlantıda kalmak istersen, Letna Parkı mutlaka uğraman gereken bir yer.
44. Kralovska Obora Stromovka

Stromovka, Prag’ın en geniş ve en sevilen parklarından biri. Vltava Nehri’ne yakın bir bölgede yer alıyor ve doğanın içinde huzurlu bir mola vermek isteyenler için adeta bir vaha gibi. Aslen 13. yüzyılda kraliyet av sahası olarak kullanılan bu alan, zamanla halkın kullanımına açılmış ve bugün geniş çimenlikleri, göletleri, yürüyüş ve bisiklet yollarıyla her yaştan insana hitap eden keyifli bir kaçış noktası haline gelmiş.
Parkta dolaşırken karşınıza çıkabilecek barok yapılar, çocuk oyun alanları ve hatta bir planetaryum bile var. Özellikle güneşli bir günde piknik yapanları, kitap okuyanları ya da sadece ayaklarını uzatıp gökyüzünü izleyenleri görmek mümkün. Burası öyle bir yer ki hem şehrin içinde hem de şehirden çok uzaktaymış gibi hissettiriyor. Prag’da doğayla iç içe, sakin ama bir o kadar da canlı bir atmosfer arıyorsan, Stromovka seni bekliyor.
45. National Technical Museum

Prag’daki National Technical Museum (Ulusal Teknik Müzesi), teknolojiye ve insan yaratıcılığına ilgi duyan herkes için gerçek bir hazine! 1908 yılında kurulan bu müze, Çek Cumhuriyeti’nin sanayi, ulaşım, mimarlık ve bilimsel gelişmelerine ışık tutuyor. Hele o devasa Ulaşım Salonu yok mu! Tarihi arabalar, trenler, uçaklar ve motosikletlerle dolu; sanki zamanda yolculuk yapıyormuşsunuz gibi hissettiriyor. Ayrıca saat yapımından fotoğrafçılığa, madencilikten baskı teknolojilerine kadar pek çok farklı alanda zengin koleksiyonlar var. Müzenin atmosferi çok samimi ve öğretici; hem büyüklerin hem çocukların ilgisini çekiyor. Prag gezinizde biraz kültür, biraz nostalji ve bolca merak için kesinlikle uğramaya değer bir yer.
Online bilet için resmi web sitesi burası.
46. DOX Çağdaş Sanat Merkezi

DOX Çağdaş Sanat Merkezi, Prag’ın yaratıcı ruhunu en iyi yansıtan yerlerden biri diyebiliriz. Eski bir fabrika binasının dönüştürülmesiyle hayat bulan bu mekan, sanatın sadece duvarlara asılan resimlerden ibaret olmadığını çok güzel anlatıyor. İçeride sizi resimlerden heykellere, mimariden edebiyata kadar uzanan dopdolu bir dünya bekliyor. Ama en çok dikkat çeken şey, binanın çatısında yer alan dev ahşap hava gemisi "Gulliver"! Bu etkileyici yapı hem göz alıcı bir mimari parça hem de edebiyatla sanatın iç içe geçtiği bir etkinlik alanı.
DOX’un sergileri genelde düşündüren, hatta bazen sorgulatan türden. Güncel sosyal konulara kafa yoran işler görüyorsunuz; öyle klasik "müze gezdim çıktım" değil, gerçekten etkilenip üzerine düşüneceğiniz türden. İçeride güzel bir kafe, kitapçı ve tasarım ürünleri satan bir mağaza da var; sergilerden sonra bir kahve içip ortamı sindirmek için harika. Prag’da sanatla iç içe bir mola vermek isterseniz DOX kesinlikle uğranması gereken yerlerden biri.

DOX’ta şu anda Orhan Pamuk’un “Eşyaların Tesellisi” adlı çok özel bir sergisi var. Pamuk’un İstanbul’da kurduğu Masumiyet Müzesi’nden esinlenen bu sergide, 1950’lerden 2000’lere uzanan döneme ait gündelik eşyalar sergileniyor. Hem nostaljik hem de edebi bir yolculuk gibi. Sergide aynı zamanda Pamuk’un defterlerinden çizimler, fotoğraflar ve Ali Kazma’nın ona dair hazırladığı etkileyici bir video yerleştirmesi de yer alıyor. Bu sergi, 21 Kasım 2024’te açıldı ve 19 Ekim 2025’e kadar ziyaretçilere açık olacak.
Etkinlik takvimi ve online bilet için resmi web sitesi burası.
47. Holesovice Market

Holesovice Pazarı, Prag’ın en ilginç ve kendine has köşelerinden biri. Eskiden mezbaha olarak kullanılan bu tarihi alan, bugün tam bir şehir içi keşif noktası haline gelmiş durumda. İçeride ne ararsan var: taze meyve-sebze tezgahları, Asya marketleri, ikinci el ürünler, hatta sokak lezzetleriyle dolu minik tezgahlar... Biraz dağınık ama tam da bu salaş havası, burayı özel kılıyor.
Etrafında DOX Çağdaş Sanat Merkezi, SaSaZu gibi mekanlar da var; yani hem karnını doyurabilir, hem de sanatla iç içe bir gün geçirebilirsin. Holesovice’ye yolun düşerse, bu pazara uğrayıp o eski-yeni karışımı atmosferi mutlaka hisset derim!
48. Man Hanging Out

Prag sokaklarında dolaşırken bir anda yukarı bakarsan, “Aman Allah'ım, biri düşüyor galiba!” diye irkilebilirsin. Ama panik yok — o sadece David Cerny’nin meşhur heykeli Man Hanging Out! Freud’u tek eliyle bir binanın çatısından sarkarken tasvir eden bu eser, sanatçının en çarpıcı ve esprili işlerinden biri :)
1996’da yapılmış bu heykel, aslında Freud’un ölüm korkusunu ve insanın hayatta tutunma çabasını sembolize ediyor. Ama sanat tarihini bir kenara bırakıp baktığında da, sokakta böyle bir şeye rastlamak gerçekten şaşırtıcı ve eğlenceli! Eğer Eski Şehir’de Husova Caddesi civarındaysan kafanı bir kaldır — belki de Freud hala orada, düşmemeye çalışıyordur.
49. Lucerna Pasajı

Lucerna Pasajı, Prag’ın Yeni Şehir bölgesinde, hem tarihi hem de kültürel açıdan oldukça özel bir yer. 1900'lerin başında inşa edilen bu pasaj, aslında alışveriş yapabileceğiniz güzel bir mekan olmanın ötesinde, aynı zamanda bir kültür merkezi gibi. İçeride, eski tarz bir sinema salonu olan Lucerna Sineması ve nostaljik bir kafeye sahip olan Kavarna Lucerna gibi mekanlar da var.
Pasajın en dikkat çeken özelliği ise David Cerny’nin meşhur "Ters At" heykeli; Saint Wenceslas’ın atının karnında ters oturduğu bu heykel, gerçekten göz alıcı ve biraz da mizahi bir hava katıyor. Eğer Prag’da yürürken alışveriş yapmanın yanında biraz tarih ve sanat da görmek istersen, Lucerna Pasajı’na uğramayı unutma!
50. Betlem Meydanı ve Betlem Kilisesi

Prag’da, biraz daha sakin bir atmosferde gezmek istersen, Betlem Meydanı kesinlikle uğramaya değer bir yer. Eski Şehir’in tam merkezine yakın, tarihi bir köşe burası. Meydanın tam ortasında ise, 14. yüzyıldan kalma Betlem Kilisesi yer alıyor. Bu kilise, Çek reformunun önemli figürlerinden Jan Hus’un burada vaaz vermesiyle ünlü. Hatta kilisenin duvarlarında, onun adalet ve eşitlik mücadelesine dair izler görmek mümkün.
Bugün Betlem Kilisesi, bir tören salonu olarak kullanılıyor ama tarihi havası hala korunmuş. Meydanın çevresinde ise modern sanat galerileri ve kafeler var, yani tarihi bir mola verirken bir yandan da Prag’ın şehrin ritmini hissedebilirsiniz. Eğer Prag’da sakin bir yürüyüş yapmak ve biraz tarihe tanıklık etmek istersen, Betlem Meydanı tam yerinde bir seçim olur.
51. Muzeum of Communism (Komünizm Müzesi)

Prag'da sosyalizmin izlerini keşfetmek istersen, Muzeum komunismu (Komünizm Müzesi), tam da aradığın yer. Şehir merkezine oldukça yakın olan bu müze, 1948'den 1989'a kadar Çekoslovakya'da hüküm süren komünist rejimin günlük yaşamını, politikalarını ve toplumsal etkilerini derinlemesine anlatıyor.
Prag’daki Komünizm Müzesi, sosyalist dönemin izlerini oldukça etkileyici bir şekilde sunuyor. Müze, 1.500 m²’lik geniş bir alanda, komünist dönemi üç ana tema altında tanıtıyor: "hayal", "gerçek" ve "kabus". Burada, dönemin okul sınıfı, işçi atölyesi, çocuk odası ve sorgu odası gibi interaktif alanlarda gezinerek o zamanların atmosferini gerçekten hissedebiliyorsunuz. Sergi, dönemin çeşitli belgeleri, fotoğraflar ve arşivlerle zenginleştirilmiş, çok kapsamlı bir anlatım sunuyor.
Bir de müzede her 20 dakikada bir gösterilen A Time of Shame, Silence, and Hope adlı bir belgesel var. Bu film, 1969–1989 yılları arasındaki dönemi daha yakından tanımanızı sağlıyor ve insanın içine işliyor. Eğer sosyalizm ve komünist dönemin etkilerini görmek isterseniz, burası gerçekten farklı bir deneyim sunuyor!
Açılış Saatleri: Her gün 09:00 – 20:00 (24 Aralık hariç)
Giriş Ücretleri:
Yetişkin: 380 CZK
Öğrenci (geçerli öğrenci kartı ile): 290 CZK
Yaşlı (65+): 320 CZK
Aile Bileti (2 yetişkin + 2 çocuk 10–17 yaş): 800 CZK
10 yaş altı çocuklar: Ücretsiz
52. Dlouha Ulica

Dlouha Ulice, Prag’ın Eski Şehir bölgesinde, gerçekten de uzun ve oldukça hareketli bir cadde. Adını, uzunluğundan almış ve bu ismi hak ediyor. Eski Şehir Meydanı ile Revolucni Caddesi arasında uzanıyor. Burası, hem turistlerin hem de yerel halkın keyifli vakit geçirdiği bir yer. Özellikle akşamları, sokak lambalarının ışığında yürürken gerçekten büyüleyici bir atmosferi oluyor.
Dlouha Ulice’de gezdiğinde, geleneksel Çek mutfağından çeşitli restoranlara, şık kafelerden barlara kadar pek çok seçenek bulabilirsin. Yani, bir yandan tarihi bir dokuyu hissederken, diğer yandan şehrin kozmopolit havasını keşfetmek mümkün. Prag’da akşamları güzel bir yürüyüş yapmak istersen, burası tam senlik.
53. Vltava Nehri

Vltava Nehri, Prag’ın kalbinin tam ortasında, şehri ikiye bölen ve Prag’a çok özel bir atmosfer katan büyük bir nehir. 430 km uzunluğunda olan bu nehir, Çek Cumhuriyeti'nin güneyinden doğuyor ve şehri geçtikten sonra kuzeye doğru ilerleyip Elbe Nehri’ne karışıyor. Nehir, Prag’ın simgelerinden biri haline gelmiş ve şehirle özdeşleşmiş.
Vltava'nın üzerinden 18 köprü geçiyor ve bunlar şehre adeta birer bağlantı köprüsü gibi. Özellikle Charles Köprüsü, şehri ziyaret edenlerin en çok fotoğraf çektiği noktalardan biri. Bu köprü, eski şehrin ihtişamını yansıtan tarihi bir yapıdır ve nehrin üzerinden geçerken Prag’ın büyüsünü hissetmek mümkün. Kampa Adası ve Prag Kalesi gibi önemli yapılar da nehrin kenarında yer alıyor ve bu bölgelerde yürüyüş yapmak gerçekten çok keyifli.
Vltava Nehri’nin kültürel bir önemi de var; ünlü Çek besteci Bedrich Smetana, "Vltava" adlı senfonik şiirini bu nehri ve çevresindeki doğal güzellikleri anlatan bir eser olarak bestelemiş. Bu eser, Çek halkının doğaya ve Vltava'ya olan sevgisini ve bağını yansıtıyor.
Vltava Nehri’nin etrafındaki yürüyüş yolları, özellikle akşam saatlerinde gerçekten çok huzurlu ve romantik bir atmosfer sunuyor. Nehrin suları, şehir ışıklarıyla parlıyor ve tüm şehir bu ışıklarda adeta bir yansıma gibi gözler önüne seriliyor. Böyle bir manzarada yürümek, Prag’ın büyüsünü daha da derinden hissetmeni sağlıyor. Ayrıca, tekne turları da harika bir seçenek. Nehir boyunca yapacağın bir tekne turu, şehri bambaşka bir açıdan görmek için mükemmel bir fırsat olur. Hem sakin hem de büyüleyici bir deneyim!
54. Petrin Tepesi ve Gözlem Kulesi

Petrin Tepesi, Prag’ın en güzel manzaralarını sunan, doğayla iç içe harika bir nokta. Buraya çıktığınızda, şehri yüksekten görebileceğiniz gibi, Vltava Nehri, Charles Köprüsü ve Prag Kalesi gibi ünlü yapıları da bir arada izleyebiliyorsunuz. Tepede, 1891 yılında inşa edilen Petrin Gözlem Kulesi de var. Kule, Eyfel Kulesi'nden esinlenerek yapılmış ve şehri yüksekten görmek için mükemmel bir nokta. Kuleye çıkmak için 299 basamaktan oluşan bir merdiven var ama isterseniz asansörle de çıkabilirsiniz. Zirveden Prag’a bakmak, gerçekten göz alıcı bir deneyim.
Tepede manzaranın tadını çıkarabilir ya da Aynalı Labirent’te biraz eğlenebilirsiniz.
Petrin Tepesi’ne ulaşmak oldukça kolay. Füniküler ile rahatça ulaşabilirsiniz, ya da yürüyüş yaparak da tepede keyifli bir gezinti yapabilirsiniz. Füniküler, Újezd tramvay durağından hareket ediyor.
55. Bonus: Dresden

''Biz Prag blogunu okuyorduk, bu kız neden Almanya'dan bir yer önerdi ki?'' dediğinizi duyar gibiyim :) İki şehir de birbirine oldukça yakın, sadece yaklaşık 2-2.5 saatlik bir yolculukla birinden diğerine geçebiliyorsunuz. Dresden, tarihi yapıları, güzel parkları ve Elbe Nehri boyunca muazzam manzaralarıyla bilinen harika bir şehir. Özellikle Prusya Krallığı’nın başkenti olduğu dönemdeki zarif yapılarıyla ünlü.
Prag'dan Dresden'e Nasıl Gidilir?
Trenle Gitmek: Prag'dan Dresden’e trenle gitmek çok kolay ve rahat. Bu seçenekle, Almanya'ya geçiş yaparken şehrin manzaralarını izleyebilirsiniz. Trenler genellikle sık kalkar ve 2-2.5 saat sürer. Prag Hlavní Nádraží'den Dresden'e giden trenlere binebilirsiniz.
Otobüsle Gitmek: Eğer daha uygun fiyatlı bir seçenek arıyorsanız, otobüs de iyi bir alternatif olabilir. Bu seçenek biraz daha uzun sürebilir (yaklaşık 3 saat) ama genellikle çok ekonomiktir.
Araç Kiralamak: Eğer yolculuğu daha özgür bir şekilde yapmak isterseniz, araba kiralayarak da gitmek mümkün. Yol boyunca, Çek ve Alman kırsalını görmek oldukça keyifli olabilir. Ayrıca, kendi hızınızla mola verebilir ve yol kenarında keşfe çıkabilirsiniz.
Prag'dan Dresden’e Yolculuk Yapmanın Keyfi
Yolculuk sırasında, eğer tren veya araba ile gitmeyi tercih ediyorsanız, yol boyunca Almanya'nın kuzeydoğusundaki köyleri ve yeşil alanları görmek harika olacaktır. Birkaç küçük kasaba keşfetmek istersen, arabayla gitmek çok daha esnek bir seçenek olabilir.
Dresden, Prag'a kıyasla biraz daha sakin bir şehir olabilir, ama her iki şehri karşılaştırmak da oldukça keyifli. Dresden’deki zarif binalar ve barok atmosfer Prag’ın hareketliliğinden sonra oldukça hoş bir değişiklik olabilir.
Prag’dan Dresden’e geçmek, tarihi ve kültürel açıdan oldukça zengin iki şehir arasında güzel bir yolculuk olacaktır. Eğer zamana sahipsen, bu kısa seyahat bence kesinlikle önerilir!
Dresden’de Görülmesi Gereken Yerler:
Frauenkirche:
Dresden’in simgelerinden biri olan bu kilise, şehirdeki en etkileyici yapılarıdan biri. Burası, II. Dünya Savaşı'nda yıkılmasına rağmen tekrar inşa edilmiş ve eski haline getirilmiş bir yapı.
Zwinger Sarayı:
Barok tarzda yapılmış bu muazzam saray, mimarisi ve içerisindeki sanat koleksiyonlarıyla ünlü. İçerideki Porzellansammlung (Porselen Koleksiyonu) ve Alte Meister (Eski Ustalar) koleksiyonu kesinlikle görülmeye değer.
Dresden Kalesi (Residenzschloss):
Bu tarihi kale, şehirdeki en eski binalardan biri ve bugün müze olarak kullanılıyor. Kraliyet ailesinin yaşamını ve tarihi eserleri görebilirsiniz.
Brühlsche Terrasse:
"Dresden’in Salonları" olarak bilinen bu yürüyüş yolu, şehri ve Elbe Nehri'ni muazzam bir şekilde izleyebileceğiniz harika bir alan.
Elbe Nehri Turu:
Eğer daha fazla vakit geçirecekseniz, Elbe Nehri boyunca tekne turu yaparak şehri farklı bir açıdan keşfedebilirsiniz.

Dresden, noel zamanı tam anlamıyla bir masal şehrine dönüşüyor! Eğer kışın Dresden'e gitmeyi planlıyorsanız, şehri gerçekten büyülü bir şekilde görmek için en doğru zaman. İşte Dresden’in noel zamanı hakkında birkaç öneri ve bilgi:
Dresden Noel Pazarı (Striezelmarkt)
Dresden’in Striezelmarkt, Almanya’nın en eski ve en ünlü noel pazarlarından biri. 1434’ten beri her yıl kurulan bu pazar, şehirdeki en renkli ve canlı etkinliklerden biri. Ahşap kulübeler, Noel süslemeleri, el yapımı hediyelikler, sıcak şarap (Glühwein) ve çeşitli tatlar, tam bir noel atmosferi yaratıyor. Burada, meşhur Stollen (Noel keki) de satılıyor, o yüzden kesinlikle denemelisiniz!
Noel Işıkları ve Süslemeler
Dresden, özellikle noel zamanında ışıklarla süsleniyor. Şehir merkezi ve özellikle Altmarkt (Eski Pazar Meydanı) noel ışıklarıyla adeta parlıyor. Bu dönemde yürüyüş yapmak, eski binaların ışıklarla aydınlanan silüetini görmek inanılmaz bir deneyim.
Noel Konserleri ve Etkinlikler
Dresden, noel zamanında pek çok klasik müzik konserine de ev sahipliği yapıyor. Özellikle Frauenkirche ve Zwinger Sarayı gibi tarihi mekanlarda, noel konserlerine katılabilirsiniz. Barok müzik, koro şarkıları ve keman performansları ile noel havası tamamen hissediliyor.
Karla Parkı ve Kayak
Eğer kar yağarsa, Karla Parkı’nda kışın tadını çıkarabilir, karla kaplanmış ağaçlar arasında yürüyüş yapabilirsiniz. Ayrıca çevredeki dağlarda kayak yapmak isteyenler için de seçenekler mevcut.
Sıcak İçkiler ve Tatlar
Dresden’de noel zamanı, sıcak çikolata, sıcak şarap (Glühwein) ve el yapımı tatlılar, soğuk havada iç ısıtan harika seçenekler. Striezelmarkt’ta Glühwein içmek ve sıcak bir Bratwurst ile ısınmak gerçekten keyifli.
Dresden Kalesi ve Weihnachtsmärkte
Dresden Kalesi etrafındaki alanda da noel pazarı kurulur ve şehrin en eski kısımlarını gezmek için harika bir fırsat sunar. Zwinger Sarayı ve Elbe Nehri kenarındaki noel pazarı da oldukça güzel bir atmosfer yaratır.
Karla Parkı ve Tarihi Merkez
Noel zamanı Dresden’in tarihi merkezinde yürümek de ayrı bir keyif. Eski binalar, dar sokaklar, tarih kokan yapılar ve süslü dükkanlar arasında dolaşırken adeta bir noel kartının içindeymiş gibi hissediyorsunuz.
Eğer noel zamanı Dresden’de olacaksanız, şehri farklı bir şekilde keşfetmek için bu dönem gerçekten mükemmel. Şehir, tarihinin ve geleneklerinin derin izlerini noel süslemeleriyle birleştiriyor ve ortaya çıkan atmosfer büyüleyici.

Prag, her köşesinde tarih, kültür ve zarafeti bir arada sunan, adım attığınız her yerde keşfetmeye değer bir şehir. İster tarihi yapıları gezmek, ister modern mekanları keşfetmek isteyin, Prag her zevke hitap ediyor. Umarım bu yazı, şehri gezme planlarınızda size ilham verir ve Prag’ı keşfetmek için heyecanınızı arttırır. Unutmayın, her sokak, her bina, her köprü yeni bir hikaye anlatıyor. O yüzden şehri acele etmeden, sindire sindire keşfedin. İyi yolculuklar ve unutulmaz bir Prag deneyimi dilerim!
Prag İşaretli Gezilecek Yerler Haritası, Telefonunuza Kaydedin!
Haritaya ulaşmak için buraya tıklayın.
Comments