Amsterdam Gezi Rehberi: Gezilecek Yerler, Tavsiyeler ve İşaretli Harita
- Sabuha Öztürk
- 1 May
- 13 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 May
Amsterdam; kültür, tarih, renkli sokaklar ve kanallarla dolu bir şehir. Bu güzel Hollanda şehri, her yıl milyonlarca gezgini kendine çekiyor ve her köşesinde bambaşka bir hikaye anlatıyor. 12. yüzyılda bir balıkçı köyü olarak kurulan Amsterdam, zamanla dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelmiş ve bugün ise zarif mimarisi, sanatı, bisiklet dostu sokakları ve tarihi zenginlikleriyle hemen hemen hepimizin dikkatini çekiyor.
İster sanata ilgi duyuyor olun, ister yerel yaşamı keşfetmek ya da sadece şehri yürüyerek gezmek istiyor olun, Amsterdam’da her zevke uygun bir şeyler bulmak mümkün. Bu Amsterdam gezilecek yerler rehberinde, Amsterdam’ın mutlaka görülmesi gereken yerlerini, şehri keşfederken işine yarayacak tavsiyeleri ve harita yardımıyla rotanı nasıl daha verimli planlayabileceğini paylaşacağım. Hazırsanız, Amsterdam sokaklarında kaybolmaya başlayalım!
Diğer Amsterdam rehberlerime de göz atmayı unutmayın!

Amsterdam Gezilecek Yerler Listesi (22 Farklı Konum)
Amsterdam Kanalları: Amsterdam'ı Sudan Keşfetmek
Dam Meydanı: Amsterdam'ın Canlı Merkezi
Rijksmuseum
Vondelpark
Anne Frank’ın Evi
Van Gogh Müzesi
Damrak
Amsterdam Centraal Tren İstasyonu
Red Light District: Amsterdam’ın En Merak Edilen Yeri
Jordaan
Oude Kerk
Bloemenmarkt: Amsterdam Çiçek Pazarı
Begijnhof
Koninklijk Paleis: Kraliyet Sarayı
De 9 Straatjes (9 Küçük Sokak)
Heineken Experience
Hortus Botanicus
De Nieuwe Kerk (Yeni Kilise)
Beurspassage
Pathe Koninklijk Theater Tuschinski
Zevenlandenhuizen - 7 Ülke Aynı Sokakta
Houseboat Museum
Foodhallen Amsterdam
Amsterdam gezisi için kaç gün ayırmalı derseniz; 4 gün ideal derim. Ben ilk gittiğimde 3 gün, ikinci kez gittiğimde ise 4 gün ayırdım. 4 tam dolu gün ayırmanızı kesinlikle öneriyorum. Aradaki 1 gün bile emin olun çok fark ediyor.
1. Amsterdam Kanalları: Amsterdam'ı Sudan Keşfetmek

Amsterdam’ın kanal sistemi, 17. yüzyılda "Altın Çağ" olarak bilinen dönemde inşa edilmeye başlanmış. Şehir, yoğun nüfus ve ticaretin artması nedeniyle, kanallar üzerinden taşımacılık yapabilmek amacıyla inşa edilmiş. Bu dönemde, Amsterdam dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelmiş.
Geçmişte, yük taşımacılığı için kullanılan bu kanallar, şimdi ise özellikle turistik amaçlarla kullanılıyor. Amsterdam'da toplamda 165 kanal bulunmakta. Kanalların toplam uzunluğu yaklaşık 100 kilometreyi buluyor.

Amsterdam'daki 1.500’den fazla köprü, şehrin ikonik yapılarından biri. Şehri kanal köprülerinden geçerek görmek, Amsterdam'ın büyüleyici manzaralarını keşfetmek için harika bir seçenek.
Özellikle Magere Brug (İnce Köprü), çok fotojenik ve şehrin en ünlü köprülerinden biri. Öyle ki eski James Bond filmlerinde çokça kullanılmış.

En az kanalları kadar ünlü olan Amsterdam’ın sembollerinden olan evler, genellikle dar ama yüksek yapılarıyla tanınıyor. Evin üst katları nispeten daha geniş çünkü geçmişte su taşkınları nedeniyle üst katlar daha güvenli kabul ediliyordu. Ayrıca aşağıda fotoğrafta ilk fark edeceğiniz şeylerden biri evlerin eğikliği. Yakın zamana kadar Amsterdam'da yapılan evler su kanalları üzerine çakılan kazıklar üzerine inşa ediliyordu. Haliyle toprağın gevşek olması ile temelde kaymalar yaşandı. Bu da evlerin eğilip 'dans ediyor' gibi gözükmesine yol açtı.

Amsterdam'ı keşfetmenin en keyifli yollarından biri kesinlikle kanal turu. Sabah sakin saatlerde keyiflidir eminim ama bence gün batarken kanal turu yapmanın keyfi bir ayrı güzel. Ayrıca yağmurlu havalarda da çok keyifli. Eğer yağmura yakalanırsanız, kanal turunun tam vakti! Üstü kapalı teknelerde bir yandan bir şeyler içerken bir yandan da, tavana vuran yağmur damlalarının sesini dinlemek o kadar keyifli bir andı ki benim için. Eğer tekne turlarını iptal ettirecek bir yağmur yağmıyorsa, mutlaka deneyimleyin derim.

Tekne turlarını incelemek için buraya göz atabilirsiniz.
2. Dam Meydanı: Amsterdam'ın Canlı Merkezi

Dam Meydanı, ismini Amsterdam’ın kurucularının inşa ettiği “dam”dan alıyor. Şehir, 13. yüzyılda bu alanda bir baraj inşa etmeye başlamış ve buradan zamanla bir meydan ortaya çıkmış. Meydan, 15. yüzyıldan itibaren Amsterdam’ın sosyal, ticari ve kültürel merkezi haline gelmiş. O tarihten itibaren meydan, pek çok önemli etkinliğe ve kutlamaya ev sahipliği yapmış.
Dam Meydanı'na adımınızı attığınız an hemen dikkatinizi çeken yapılarından biri olan Kraliyet Sarayı, 17. yüzyılda inşa edildi. Başlangıçta Belediye Sarayı olarak kullanılan bu bina, şu anda Hollanda Kraliyet Ailesi tarafından resmi törenlerde kullanılmakta. Saray hakkında daha detaylı yazı aşağıda olacak merak etmeyin. Şimdi Dam Meydanı'na geri dönelim.

Dam Meydanı'nda yer alan bu yüksek beyaz taş anıt, 2. Dünya Savaşı'nda hayatını kaybeden Hollandalılara adanmış. 1956 yılında inşa edilen anıt, savaşın ve özgürlüğün simgesi. Ulusal Anıt, her yıl 4 Mayıs'ta Hollanda'nın savaş şehitlerini anmak için yapılan "Dodenherdenking" (ölüleri anma günü) törenlerine ev sahipliği yapıyor.

Dam Meydanı çevresi ve Amsterdam’ın en popüler alışveriş merkezlerinden biri. Meydanın etrafında pek çok ünlü mağaza, kafe, restoran ve turistik dükkan bulunuyor. Eğer alışveriş yapmak isterseniz, Kalverstraat’ta bulunan dükkanlar oldukça popüler.

Dam Meydanı, aynı zamanda şehrin önemli etkinliklerine de ev sahipliği yapıyor. Özellikle Kraliyet Günü (King's Day) gibi ulusal kutlamalar burada yapılır ve meydan tamamen rengarenk kıyafetler giyen, eğlenen insanlarla dolar. Eğer seyahat planın Nisan ayınaysa, King's Day kutlamalarına denk gelsin derim.
3. Rijksmuseum

Amsterdam’a gittiyseniz, mutlaka uğramanız gereken yerlerden biri de şüphesiz Rijksmuseum. Hollanda’nın ulusal müzesi olan bu etkileyici yapı, hem mimarisi hem de barındırdığı zengin koleksiyonuyla sanatseverler için tam bir cennet.
Müzenin kendisi zaten başlı başına bir sanat eseri. 1800’lü yıllardan kalma bu görkemli bina, sizi daha kapıdan girerken “vay be” dedirtiyor. Gotik ve Rönesans tarzı karışımı mimarisiyle hem dışı hem içi büyüleyici. İçeriye adım attığınız anda kendinizi farklı bir dünyada hissediyorsunuz.

Rembrandt’ın ünlü Gece Devriyesi tablosu, Vermeer’in Süt Döken Kadını, Jan Steen’in eğlenceli sahneleri ve daha birçok usta sanatçının eserleri burada. Sadece resimler de değil; porselenler, tarihi silahlar, mobilyalar, minik heykeller… Hepsi geçmişten bugüne birer zaman kapsülü gibi.

Eğer kitaplara meraklıysanız, müzenin içindeki Cuypers Kütüphanesi’ne mutlaka uğramalısınız. Sessiz, yüksek tavanlı, tarihi bir atmosferde oturup kitap karıştırmak bile insanı bambaşka bir moda sokuyor.
Müze bayağı büyük, aceleye getirmeden yavaş yavaş gezmeni öneririm. Online bilet alırsanız uzun kuyruklardan kurtulursunuz. Müzenin kendi uygulaması da var, sergiler hakkında bilgi almak istersen çok işe yarıyor.
Online bilet için resmi web sitesi burası.
4. Vondelpark

Amsterdam’da şehirden biraz uzaklaşıp doğayla iç içe olmak istiyorsan, Vondelpark tam sana göre. Bu devasa park, hem yerel halkın hem de turistlerin favori kaçış noktası.
1865 yılında “Nieuwe Park” (Yeni Park) adıyla açılan bu yeşil alan, daha sonra 17. yüzyılın ünlü şairi Joost van den Vondel’in anısına “Vondelpark” adını almış. Zamanla genişletilerek bugünkü 47 hektarlık alanına ulaşmış ve 1996 yılında Hollanda’nın ulusal anıtları arasına girmiş.
Göl kenarında oturup ördekleri izlemek, çimlere uzanıp kitap okumak, bisiklet sürmek ya da sadece yürüyüş yapmak için harika bir ortam sunuyor. Eğer seyahatiniz yaz ayına denk gelirse konserler, dans gösterileri ve tiyatro performanslarıyla park iyice şenleniyor, bir göz atın derim.
5. Anne Frank’ın Evi

Bu müze, yalnızca bir bina değil; bir ailenin hayatta kalma çabası, umutları, korkuları ve en önemlisi insanlığın unutulmaması gereken bir dönemine dair gerçek bir hikaye.
Anne Frank, Nazi Almanyası’nın Yahudi karşıtı zulmünden kaçan bir ailenin kızıydı. 1942-1944 yılları arasında Amsterdam’da, Prinsengracht kanalına bakan bir binanın arkasındaki gizli bölümde saklandılar. Bu süre boyunca Anne, yaşadıklarını ve duygularını günlüğüne yazdı. Ne yazık ki, aile ihbar edilip toplama kampına gönderildi. Anne, 15 yaşında Bergen-Belsen kampında hayatını kaybetti. Günlüğü ise babası Otto Frank tarafından bulunup yayımlandı.

Bugün Anne Frank’ın saklandığı ev, bir müze olarak ziyaretçilere açık. Eve girdiğinizde her şey oldukça sade, sessiz ve saygılı bir atmosferde ilerliyor. Dar koridorlar, gizli kitaplık kapısı, boş odalar… Her şey olduğu gibi korunmuş.
Biletler sadece online satılıyor, gitmeden önce internetten yer ayırtmalısın. Genellikle haftalar öncesinden doluyor.
Online bilet için resmi site burası.
6. Van Gogh Müzesi

Amsterdam’a gelip de sanatla ilgileniyorsan (hatta ilgilenmesen bile), Van Gogh Müzesi’ni görmeden dönmek olmaz.
Vincent van Gogh, bugün dünyanın en tanınan ressamlarından biri ama hayatı boyunca neredeyse hiç tanınmamış, hatta maddi sıkıntılar içinde yaşamış biri. Kendi kulağını kesmesiyle tanınsa da, Van Gogh’un gerçek hikayesi çok daha derin ve dokunaklı.

1973’te açılan bu müze dünyanın en büyük Van Gogh koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. İçeri adım attığında Vincent’ın hayatını adım adım takip ediyorsun: ilk eskizlerinden son fırça darbelerine kadar her şey kronolojik bir düzende sergilenmiş.

Ayçiçekleri (Sunflowers), Yatak Odası (The Bedroom), Buğday Tarlası ve Kargalar (Wheatfield with Crows), Kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplar (duygusal anlamda çok etkileyici) müzenin en çok rağbet gören eserlerinden.
Müze oldukça modern, aydınlık ve ziyaretçi dostu. Panolar, mektuplar, dijital ekranlar sayesinde Van Gogh’un iç dünyasını çok yakından hissediyorsun. Bazı eserlerin hikayelerini dinleyerek ilerlemek istersen sesli rehber uygulaması da mevcut.
Kapıda bilet satılmıyor ve müzeye talep oldukça fazla. O yüzden online biletini erkenden almanı öneririm.
Resmi web sitesi burası.
7. Damrak

Damrak, Amsterdam’ın tam merkezinde yer alan ve Centraal Station ile Dam Meydanı arasında uzanan ana caddelerden biri. Eskiden bir liman ve ticaret alanıymış, hatta “rak” kelimesi küçük liman ya da kanal anlamına geliyor. Günümüzdeyse restoranlar, oteller, dükkanlar ve turistik aktivitelerle dolu, capcanlı bir bölge.
Caddenin sonunda Dam Meydanı seni karşılıyor. Kraliyet Sarayı, Madame Tussauds, Nieuwe Kerk gibi önemli yapılar burada yer alıyor. Yani Damrak, sadece bir cadde değil; seni Amsterdam’ın kalbine götüren bir yol.
8. Amsterdam Centraal Tren İstasyonu

Eğer Amsterdam’a trenle ya da havaalanından şehir merkezine gelen bir hatla geliyorsan, seni ilk karşılayan yer büyük ihtimalle Amsterdam Centraal Station olacak. Ve inanın, burası bir tren istasyonundan çok daha fazlası!
1889 yılında açılan Amsterdam Centraal, hem mimarisiyle hem de işlevselliğiyle etkileyici. Gotik ve Rönesans karışımı tarzıyla sanki bir saray gibi duruyor.
Hollanda içi trenler, uluslararası trenler (örneğin Brüksel, Paris, Berlin), tramvaylar, otobüsler ve feribotların çoğu buradan geçiyor. Yani burası adeta Amsterdam’ın ulaşım kalbi. İçeride kahve dükkanlarından marketlere, fast food zincirlerinden hediyelik eşya dükkanlarına kadar pek çok seçenek var. Hızlıca bir şeyler atıştırmak ya da kahveni alıp şehir turuna başlamak için ideal. Gezilecek yerler, haritalar ve günlük turlar için bilgi alabileceğin alanlar mevcut.
İstasyonun hemen önündeki iskeleden kalkan kanal tekneleriyle Amsterdam’ı sudan keşfetmeye başlayabilirsin.
9. Red Light District: Amsterdam’ın En Merak Edilen Yeri

Amsterdam’ı araştırırken en çok karşına çıkan, en çok merak edilen ve belki de en çok yanlış anlaşılan yerlerden biri: Red Light District. Şehrin bu ünlü bölgesi, gece hayatı, özgürlük anlayışı ve tarihi dokusuyla çok farklı bir deneyim sunuyor.
Asıl adı De Wallen olan bu bölge, Amsterdam’ın en eski mahallelerinden biri. Kanallar, taş sokaklar ve Orta Çağ’dan kalma kiliselerle çevrili bu tarihi semtte, seks işçiliği yasaldır ve düzenli olarak devlet tarafından denetlenir. Vitrinli pencerelerde çalışan kadınlar, bu bölgenin en bilinen yüzüdür.
Sanılanın aksine gündüz saatlerinde de burası oldukça sakin. Akşam barlar, kulüpler, sex shop’lar ve yetişkinlere yönelik gösteri mekanlarıyla bölge oldukça hareketli. Burada çalışan insanlara karşı saygılı olmak çok önemli. Pencerelerdeki kadınları fotoğraflamak kesinlikle yasak ve hoş karşılanmaz.
Red Light District, Amsterdam’ın sadece eğlence yüzünü değil, aynı zamanda hoşgörüsünü, farklılıklara bakışını ve özgürlük anlayışını yansıtan bir yer.
10. Jordaan

Amsterdam’ın en sevilen, en “yerel” hissi veren mahallelerinden biri varsa, o kesinlikle Jordaan. Kalabalık caddelerden biraz uzaklaşmak, turist kalabalığından sıyrılıp şehrin gerçek havasını solumak istiyorsan, rotanı buraya çevir derim.
Şehir merkezine oldukça yakın bir konumda yer alan Jordaan, eskiden işçi sınıfının yaşadığı bir mahalleymiş. Ama zamanla sanatçılar, müzisyenler ve yaratıcı ruhlar bu bölgeye taşınmış ve mahalle bir anda bohem, stil sahibi ve “hipster” bir havaya bürünmüş. Kalabalık turistik alanların aksine burada sokaklar daha sakin. Küçük köprüler, çiçekli balkonlar, bisikletler ve sessiz akan kanallar sana adeta bir kartpostalın içindeymişsin hissi veriyor.
Moda ve tasarıma meraklıysan Jordaan tam bir hazine! El yapımı takılar, ikinci el kıyafetler, özel tasarım defterler… Ne ararsan var. Kafenin penceresinden sokaktan geçenleri izleyerek kahveni yudumlamak istiyorsan, burası biçilmiş kaftan. Cafe Winkel’in 43’ün ünlü elmalı turtasını (apple pie) mutlaka denemelisin. Cumartesi günleri kurulan Noordermarkt pazarı, organik ürünler, antikalar ve vintage eşyalarla dolu. Sabah erkenden gidip bir kruvasan al, pazarın arasında dolaş!
11. Oude Kerk

Red Light District’in tam ortasında, beklenmedik bir şekilde karşına çıkan o dev, tarihi yapıyı gördün mü? İşte orası Oude Kerk yani “Eski Kilise”. Amsterdam’ın en eski binası ve bir nevi geçmişle günümüzün iç içe geçtiği özel bir alan.
Oude Kerk’in tarihi 1213 yılına kadar uzanıyor. Başlangıçta küçük bir ibadethane olarak inşa edilmiş, zamanla genişletilmiş ve gotik mimariyle bugünkü halini almış. Bu kilise sadece bir ibadet yeri değil; aynı zamanda Amsterdam’ın doğum, ölüm, evlilik ve günlük hayat gibi önemli anlarına tanıklık etmiş bir yapı.
12. Bloemenmarkt: Amsterdam Çiçek Pazarı

Amsterdam sokaklarında yürürken bir anda karşına mis gibi kokular, rengarenk laleler ve çeşit çeşit bitkiler çıkarsa, doğru yerdesin: Bloemenmarkt, yani Amsterdam’ın meşhur çiçek pazarı!
Dünyanın yüzen tek çiçek pazarı olan Bloemenmarkt, 1862’den beri Singel Kanalı üzerinde, çiçekçilerin teknelerde satış yaptığı eşsiz bir yer. Eskiden gerçekten tekne üstünde çiçekler satılırmış, bugün çoğu dükkan sabit platformlara geçmiş olsa da “yüzen pazar” havası hâlâ korunuyor.
Her renkten, her türden lale tohumu ya da soğanı burada mevcut. Üstelik seyahatten sonra götürmek için özel paketlenmiş olanlar da var. Gümrükle sorun yaşamamak için “uçuşa uygun” işaretli olanlardan almanı öneririm.
13. Begijnhof

Begijnhof, 14. yüzyılda dindar ve bekar kadınların (Begijnler) yaşadığı, manastır benzeri ama özgür bir topluluk olarak kurulmuş. Bu kadınlar evlenmeden yaşıyor, topluma hizmet ediyor ama rahibe yemini etmiyorlardı. Yani bir nevi bağımsız bir kadın dayanışma topluluğuydular diyebiliriz.
Burası aslında evlerle çevrili, ortasında çimenlik ve küçük bir şapel bulunan bir iç avlu. Sessizliğe saygı duyulması gerektiği için içeride konuşmalar bile fısıltıyla yapılır.
Amsterdam’daki en eski ahşap evlerden biri burada bulunuyor (No. 34 numara) ve 1528’den kalma. Bir Katolik, bir de Protestan kilisesi bulunuyor. 1600’lü yıllarda gizlice ibadet yapılabilmesi için inşa edilen “gizli kilise” (Houten Huys) hemen gözünüze çarpıyor.
Amsterdam’ın o hareketli havasından bir kaç dakika uzaklaşmak, sessizce oturup tarihin kokusunu içine çekmek istiyorsan, Begijnhof tam bir sığınak gibi. Özellikle ilkbaharda çiçekler açarken harika bir atmosfer oluşuyor.
14. Koninklijk Paleis: Kraliyet Sarayı

Dam Meydanı’na adım attığında seni ilk selamlayan o ihtişamlı yapı var ya işte o, Amsterdam Kraliyet Sarayı. Dışarıdan bakınca sade ama heybetli, içine girince ise şaşırtıcı derecede görkemli bir yapı. Şehrin tam kalbindeki bu saray, Amsterdam’ın geçmişine ve kraliyet yaşamına açılan kapı gibi.
Aslında bu bina ilk yapıldığında bir belediye binasıydı. Dönemin zengin Amsterdam’ı için inşa edilmiş en büyük yapılarından biriydi. Ancak 19. yüzyılda Napolyon’un kardeşi Louis Bonaparte, binayı kraliyet sarayına dönüştürdü. O günden beri Hollanda Kraliyet Ailesi tarafından resmi törenlerde kullanılıyor.

Yüksek tavanlar, dev mermer heykeller ve detaylarla süslenmiş muazzam bir salon. Tavan fresklerine uzun uzun bakmamak imkansız.

17. ve 18. yüzyıldan kalma orijinal mobilyalar, tablolar ve avizelerle saray adeta yaşayan bir müze gibi.

Salonun tabanında yer alan antik dünya haritaları oldukça etkileyici. Dönemin dünyaya bakışını yansıtan detaylar var.
Yılın büyük kısmında ziyarete açık, ancak bazı günler kraliyet etkinlikleri nedeniyle kapalı olabiliyor. Gitmeden önce sitesinden kontrol etmende fayda var.
Resmi web sitesi burası.
15. De 9 Straatjes (9 Küçük Sokak)

Amsterdam’da sıradan mağazalardan sıkıldıysan, büyük zincirlerden uzaklaşıp daha özgün, daha tatlı bir alışveriş ve keşif deneyimi arıyorsan seni De 9 Straatjes’e alalım.
De 9 Straatjes Türkçesiyle “9 Küçük Sokak”, Amsterdam’ın meşhur kanalları Herengracht, Keizersgracht ve Prinsengracht arasında kalan, adından da anlaşılacağı gibi dokuz küçük sokaktan oluşan bir bölge. Hem alışveriş hem de sokak keşfi için ideal bir rota. Bu sokaklar, vintage dükkanlar, salaş butikler, sanat galerileri, kafeler ve tasarım mağazalarıyla dolu.
16. Heineken Experience

Burası, dünyanın en bilinen bira markalarından biri olan Heineken’in doğduğu yer. 1867 yılında kurulmuş orijinal fabrika, bugün artık bira üretimi yapılmayan ama üretim sürecini baştan sona yaşatmaya devam eden interaktif bir müze haline gelmiş.
Burada Heineken’in aile hikayesi, ilk şişeden günümüze uzanan bir serüvenle anlatılıyor. Arpa, şerbetçiotu ve su nasıl biraya dönüşüyor? Kendi gözlerinle görebiliyor, hatta mayalanma kokusunu bile hissedebiliyorsun. Seni biranın içinden geçiriyorlarmış gibi hissettiren interaktif bir simülasyonu bile var :)
Turun sonunda seni güzel soğuk bir Heineken bekliyor. İstersen barmenlik dersi bile alabilir, kendi Heineken etiketinle şişe tasarımını yaptırabilirsin.
Online bilet için buraya.
17. Hortus Botanicus

Hortus Botanicus, 1638 yılında kurulmuş ve Avrupa’nın en eski botanik bahçelerinden biri. İlk olarak şifalı bitkiler yetiştirmek amacıyla kurulmuş; zamanla bilim, eğitim ve doğa tutkunlarının uğrak noktası haline gelmiş. Şu anda 6.000’den fazla bitki türüyle dolu.
İçeri adım attığında seni tropik bir iklim karşılıyor: sıcak ve nemli hava, dev yeşillikler, palmiye ağaçları, orkide türleri ve geniş yapraklar arasında yürümek adeta başka bir dünyaya geçmek gibi. Kelebek evi ise serbestçe uçan rengarenk kelebeklerle dolu; hem çocuklar hem de yetişkinler için huzur dolu bir deneyim sunuyor. Fotoğraf çekmek için harika bir alan, ancak kelebek evine girerken kameranın buğulanabileceğini unutma. Bahçenin girişindeki küçük kafede, yeşilliklerin arasında bir kahve molası vermek ise günün en keyifli anlarından biri olabilir.
Online bilet için buraya.
18. De Nieuwe Kerk (Yeni Kilise)

Dam Meydanı’nda yürürken Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında yükselen, gösterişsiz ama etkileyici bir yapı göze çarpar: De Nieuwe Kerk, yani “Yeni Kilise”. Adı “yeni” olsa da, tarihi tam anlamıyla yüzyılları aşıyor
Adı biraz kafa karıştırıcı olabilir. “Yeni” Kilise aslında 15. yüzyılda, yani 1400’lerin ortalarında inşa edilmiş. Şehrin o dönemki ana kilisesi olan Oude Kerk yetmeyince, artan nüfusa cevap vermek için bu yapı yapılmış. Günümüzde “yeni” sayılmaz belki ama Amsterdam’ın tarihine tanıklık etmiş çok özel bir yapı.

Yüksek tavanlar, sivri kemerler ve vitray pencerelerle klasik bir gotik kilise havasına sahip. Kraliyet ailesiyle yakın bağı olan bu kilisede taç giyme törenleri, düğünler ve anma etkinlikleri düzenleniyor.
Günümüzde aktif bir ibadet yeri değil, daha çok sanat ve kültür etkinlikleri için kullanılıyor. Her yıl dünyaca ünlü sergiler, fotoğraf gösterimleri, tarih temalı etkinliklere ev sahipliği yapıyor.
Etkinlik takvimi ve online bilet için buraya.
19. Beurspassage

Amsterdam’da yürürken başını kaldırmadan geçip gideceğin bir yer olabilir burası — ama sakın öyle yapma! Çünkü Beurspassage, alışveriş caddesi Nieuwendijk ile Damrak arasında uzanan, göreni şaşırtan bir sanat tüneli gibi.
Sanatçılar, Amsterdam’ın suyla olan derin bağından esinlenerek Beurspassage’ı tasarlamışlar. Tavan mozaikleri ve avizelerle sanki su altındaymışsın gibi bir his veriyor. Dalgalar, balıklar, cam süslemeler… Hepsi detaylarda gizli.
20. Pathe Koninklijk Theater Tuschinski

1921 yılında, Polonya asıllı Abraham Tuschinski tarafından inşa edilen bu yapı, o dönemden bugüne kadar “dünyanın en güzel sinemalarından biri” olarak kabul ediliyor. Art deco, art nouveau ve Amsterdam School tarzlarının olağanüstü bir karışımı… İçeri girdiğin anda büyüleneceksin.

Vaktin varsa, Büyük Salon (Grote Zaal)’da film izlemeni öneririm. Gerçek Tuschinski deneyimi orada yaşanıyor. Ayrıca dilersen sadece içeri gezmek için de uğrayabilirsin, özellikle sabah saatlerinde sakin oluyor.
Biletler ve etkinlik takvimi için buraya.
21. Zevenlandenhuizen - 7 Ülke Aynı Sokakta

Şehirde yürürken bir anda Almanya’da bir villanın önünden geçiyorsun, sonra bir bakmışsın Viyana tarzı bir evin önündesin. Hayır, teleport falan olmadı sadece Zevenlandenhuizen’desin! Burası Amsterdam’ın en ilginç ve az bilinen köşelerinden biri.
Türkçesiyle “Yedi Ülke Evleri”, 1894 yılında mimar Tjeerd Kuipers tarafından yapılmış bir bina grubu. Her biri farklı bir Avrupa ülkesinin mimari stilini temsil eden toplam yedi evden oluşuyor. Aynı sırada yan yana dizilmiş bu evler, adeta mimarlık dersi gibi!
Hangi Ülkeler Var?
Hollanda – Klasik tuğla işçiliği ve sade çizgilerle tanıdık bir ev.
İngiltere – Gotik tarzda, kuleli, Viktoryen havası.
Fransa – Şık balkonlar, zarif taş işlemeler.
Almanya – Orta Çağ’ı andıran, kütük detaylı bir yapı.
İtalya – Rönesans tarzında, zarif kemerler ve heykellerle süslü.
İspanya – Sıcak renkler, Akdeniz havası.
Rusya – Masalsı kubbeler ve detaylı süslemeler.
22. Houseboat Museum

Amsterdam deyince akla kanallar geliyor, değil mi? Peki bu kanallarda yaşamanın nasıl bir şey olduğunu hiç merak ettin mi? Eğer cevabın “Evet!” ise seni hemen Houseboat Museum’a alalım. Burası klasik bir müze değil; bizzat bir yüzen evin içinde dolaşıyor ve kanalda yaşamın gerçek yüzünü deneyimliyorsun.

Houseboat Museum, aslında 1914 yapımı eski bir yük teknesi olan “Hendrika Maria”. Yıllarca taşımacılık yaptıktan sonra bir eve dönüştürülmüş ve şimdi ziyaretçilere Amsterdam’daki tipik bir yüzen evin içini gezme fırsatı sunuyor.
Prinsengracht üzerindeki bu sevimli müze, Jordaan Mahallesi’ne çok yakın ve Anne Frank House’a birkaç dakikalık yürüme mesafesinde.
Online bilet için buraya.
23. Foodhallen Amsterdam

Foodhallen aslında bir kompleks: içinde yemek pazarı, butik dükkanlar, sanat galerileri, kitapçılar, vintage mağazalar ve hatta sinema bile var. Endüstriyel yapısı korunmuş ama içi dopdolu ve capcanlı.
Foodhallen, Amsterdam’ın en popüler yemek alanlarından biri. Sokak lezzetlerinden dünya mutfaklarına kadar onlarca farklı stand var. Sushi, taco, bitterballen, vegan burger… Ne istersen!
FilmHallen, sanat filmleri ve güncel yapımların gösterildiği şık bir sinema. Tercih sana kalmış.
Detaylı Amsterdam yeme-içme rehberimiz; Amsterdam'da Nerede Yenir? En İyi Kafeler, Restoranlar ve Sokak Lezzetleri Yeme İçme Rehberi
Amsterdam Yeme İçme Önerileri ve Gezilecek Yerler Haritası, Telefonunuza Kaydedin!
Haritaya ulaşmak için buraya tıklayınız.
Amsterdam için herkese ve her bütçeye uygun harika konaklama önerileri yaptık. Amsterdam Konaklama Önerileri: Ucuz, Orta ve Pahalı Otel Seçenekleri yazımıza göz atmanızı öneririm! :)
Comments